Sabahın ilk saatlerinde sisli  bir hava hâkim olurdu bu şehre. Sedat kalabalık insan topluluklarıyla dolu otobüs duraklarında mutsuz, yorgun yüzleri görmeye alışmıştı. Her gün aynı saatte beklediği otobüs durağına giden ilk kişi olurdu.

Yıllardır rutin hâle gelmiş otobüs bekleme hikâyelerine bugün bambaşka bir şey daha eklenmişti. Bu sabah hava henüz ağarmadan çıkmıştı evden. Hızlı adımlarla  kaldırımlara her bastığında çıkan tak tak seslerine karşılık veren yağmur damlaları, yüzüne yüzüne çarpıyordu. Oysa her sabah pencereyi açıp hava nasıl, diye bakardı. Fakat bugün öyle olmamıştı. 

Geç kaldığından olsa gerek, yüzünü yıkadıktan hemen sonra beş dakikada giyinip alelacele çıkmıştı. Apartmanın merdivenlerini ikişer ikişer atlayarak inmişti. Dışarı çıkınca yağan yağmura aldırış etmemişti önce. Hızlı adımlar atarak geldiği otobüs durağında ondan önce gelmiş biri vardı. Elleri ceplerinde, yüzünde kırışıklıklar, saçları dağınık, yağmurun ıslattığı elbisesi sırılsıklamdı. 

Hava henüz aydınlık değildi. Yıllardır bu duraktan binerdi otobüse. Onunla hiç karşılaşmamıştı,  bundan emindi. Konuşmadan beklemeye devam etti. Bugün bir değişiklik olduğu belliydi. Otobüs saati gelmesine rağmen henüz görünmüyordu. Her gün aynı saatlerde gelmesi gereken otobüs yoktu ortalıkta. Yağmurun şiddetini artırmasıyla durakta bekleme saatleri bir korku filmi sahnesinden fırlamış gibiydi. Gözünü yoldan başka bir yere çeviremiyordu. Elleri cebinde bekleyen adamın yüzüne bakmaya korkuyordu. Birden yanına geliveren yorgun, orta yaşlı, dağınık saçlı adamın omzuna dokunmasıyla irkilmişti. 

“Bekleme!” dedi.”Bugün senin için normal bir sabah değil.” 

İçi buz gibi olmuş, nefesinin titremesini duyuyordu. Kafasını bile çevirmeden, yüzüne bakmadan  sordu:

– Neden, neden beklemeyeyim? 

– Çünkü bugün bu şehrin tüm insanları gitti. Sadece sen ve  içinde sakladığın ben kaldık. 

Korkmuştu. Neler söylüyordu böyle? 

– İçimdeki ben misin? diye sordu.

-Evet.

-Bu nasıl olur? Rüyada mıyım ben? Nerden çıktın? 

– Uzun bir yolculuk yaptım. Çocukluğundan bu güne gelene kadar yaşadıkların beni bu hâle getirdi. Bedeninden iki kat yaşlanmış ruhunum senin. Yıllar sonraki bedeninin ruhu. Öyle yaşlı ve çirkin göründüğüme bakma, bunların hepsi senin suçun. Sen hiç iyi bakmadın bize. 

Hâlâ yüzüne bakamıyordu. O an, ihtiyarın sokaklarda dolaşan bir evsiz olduğunu düşünmüştü. Şu lanet olası otobüs niye gelmiyorsa. İçini dolduran kasvet, yağmur ve yanındaki bu yaşlı amca onu iyice bunaltmıştı. Yanı başında öylece dikiliyor, konuşup duruyordu. Gözlerini gözlerine dikmiş öylece Sedat’a bakıyordu.

İçinde bir ürperme oldu. Her sabah senelerdir hiç gecikmeyen otobüs niye gelmiyordu? Ses kulaklarında yankılanıyordu:

-Ben senim Sedat. Yıllardır içinde sakladığın gerçek senim!

Yanaklarından aşağıya dökülen gözyaşları yağmurla karışık boynuna doğru akıp gidiyordu. Bir yandan da bağırıyordu. 

– Sen kimsin? Sen kimsin?

Beyninin titreyişlerini hissediyordu. Ayaklarında derman kalmamıştı. İşte ondan sonrasını hatırlamıyordu. 

Sedat’a göre vaktinde gelmediğini düşündüğü otobüs her günkü saatinde duraktaydı hâlbuki. Onu yere yığılmış hâlde bulmuşlardı. Hemen en yakın hastaneye götürmüşlerdi. O gün yaşadıklarının bir rüyadan ibaret olduğu düşünmüştü. 

-Doktor Bey, size ilk geldiğim günden beri hep iki kişi geziyorum. İkisi de farklı görünüyorlar gözüme. Hangisi gerçek benim bir türlü ayırt edemiyorum. Verdiğiniz ilaçlar da beni uyutuyor.  İstemiyorum.

Sedat doktorun odasındaydı. Doktor Bey’i beklerken doktor sanki odadaymış gibi konuşuyordu kendi kendine. 

– Doktor Bey! Bir şey söylemeyecek misiniz? Neden yüzüme bakmıyorsunuz? Kulaklarımda aynı ses yankılanıyor. Kafamın içindeki sesleri siz de duyuyor musunuz? 

Sorduğu soruya yine kendisi cevap veriyordu. Bunun farkında bile değildi:

– Ben aslında senim!

– Neler söylüyorsunuz! Sizde mi ?  Oysaki doktorun odasında sadece kendisi vardı. 

Koltuktan  korkuyla kalktı.  Hızla kapıyı açtı. Doktorun gözlüklerini çıkardıktan sonra yüzüne bakıp “Ben aslında senim.” sözü beynini uyuşturmuştu. Hastane koridorunda ona bakan bütün insanların yüzünü kendi yüzü olarak görüyordu. Hemen çıkmalıyım hastaneden. Beynimin içinde yankılanıp duran bu sesi susturmalıyım, diye düşündü. Hızla hastaneden çıktı.

Eve gidecekti. Uyuyacaktı. Durağa koşarak gitti. On beş dakika sonra gelen otobüse bindi. Bütün koltuklarda kendini görünce anladı ki tek değildi.

Doktor gelmeden hastane odasını terk eden Sedat’ı, ertesi sabah yine otobüs durağında baygın hâlde bulmuşlar ve hastaneye götürmüşlerdi. Kendine geldiğinde Sedat’ın dudaklarında sürekli tekrarladığı  cümle vardı: 

-Ben aslında senim!