sana şiir yazmayı
kuşlardan öğrendim
biliyor musun kehribar gözlüm?
daha güneş doğmadan
dünyanın ilk kızıl şafağına,
bu kızıl topraklardan
bir nakarat tuttururlar ki
sorma, hele bir duysan
birbirlerine şiir söyler dururlar,
yahut yurtlarının dağına, taşına,
ağacına, havasına, suyuna…
.
ben de tam o sırada…
çekip sadağımdan beyaz kalemi,
yayımla avlıyorum havada.
sana yakışan şakımalardan
sana şiirler diziyorum ardı sıra,
tam yirmi kere bin uzunluğunda…
ben dünyanın ta dibindeyim
bilirsin ya adı Avustralya.
yeni güneş, yeni gün, yeni yıl
hep buralardan başlar,
bu yüzden senden önce yaşlanırım,
senden yirmi kere bin uzaklıkta
kehribar gözlüm.
.
burada kuşlar o kadar çok ki
bir günde kırk cinsten nağmeler.
ilk fırsatta kulak kesilir,
senden haber var mı diye
onlara seni sorarım,
yukarılardan görünürsün diye…
hepsi seni tanır biliyor musun
kehribar gözlüm?
demiştim ya
dertleşirim onlarla,
sana dair ne varsa bende, bilirler.
mesela senden neler çektiğimi bile…
yine de vazgeçmediğimi,
seni unutamadığımı
yani seni sevdiğimi,
sana âşık olduğumu
kuşlar bile bilirler
kehribar gözlüm.
.
bazen “yeter” diyorlar;
“bak işte ne güzellikler, hem biz varız,
daha ne istiyorsun? üzülme.”
sanki onlar bilmez mi?
“altın kafeste olsan da
bir kehribar gözün
kaç dünya ettiğini”
.
ne yaparsın ki
yoluna kurban, kader işte.
ama olsun,
hem belli mi olur?
bir gün bir bakmışsın
senalarımdan yükselip
semalarına uçmuşum…
tekrar aynı yaşıt olmuşuz
ve nihayet kavuşmuşuz.
işte o gün var ya o gün,
şükür secdesine varacağım,
tam oracıkta seni kucaklayıp
alnından öpeceğim.
.
o güne kadar Allah’a emanet ol
tamam mı
kehribar gözlüm?