Çeviri: İbrahim TÜRKHAN

 “Cengiz Aytmatov’un 95, Törekul Aytmatov’un 120. yılına ithafen.”

Cengiz Aytmatov dendiği zaman ilk aklımıza gelen, onun Kırgız edebiyatının en büyük yazarı olduğudur. Aynı zamanda o, Türk dünyasının en büyük yazarlarından biri olmasının yanı sıra, eserleri dünyada en çok dile çevrilen yazar olarak da bilinir. Aytmatov’un çok bilinmeyen yönlerinden biri de 1930’lu yıllarda Kırgız aydınlarının önde gelenlerinden biri olan babası Törekul Aytmatov’un, 1938 yılında Stalin’in hışmına uğrayarak idam edilmesidir. Cengiz Aytmatov’un bu röportaja konu olan son bir özelliğini daha ekleyelim: Aytmatov ailesinin en küçük ferdi olan Roza Aytmatova, babası T. Aytmatov ile ağabeyi C. Aytmatov’dan kalan mirası sonraki nesillere taşımak için ilerlemiş yaşına rağmen (86 yaşında) bugün bile çalışmalarına devam etmektedir. Onun, babası ve ağabeyi ile ilgili çalışmaları geçmişe ışık tutan birer fener misali Kırgız kamuoyunca ilgiyle takip edilmektedir. Bu röportajı okuyunca, Cengiz Aytmatov ve ailesinin başından geçen acı olayların aralanan ilk perdesinin arkasındaki gerçekler karşısında şaşkınlığınızı gizleyemeyeceksiniz! Gazeteci Alimcan Alibekov’a bu röportajından dolayı teşekkür ederken, sizi Roza Aytmatova’nın Türkçe olarak yayımlanan ilk röportajıyla baş başa bırakıyoruz.   

ROZA AYTMATOVA

(Kırgızistan Kadınlar Kongresi Üyesi)

Roza Törekulovna, bugün de bildiklerini gençlerle paylaşmaya devam ediyor. “Milletvekilliği seçimleri için çalışan bayanlarla online görüşmemiz olacak. Onun akabinde ağabeyim Cengiz’in heykelinin yanında buluşalım.” dedi. Söylediği gibi öğleden sonra saat beşte, işinin bittiğini ve müsait olduğunu söylemek için telefon etti. Buluştuk, güzel bir röportaj yaptık. 

Alimcan ALİBEKOV: Roza Törekulovna, ağabeyiniz Cengiz Aytmatov’un çocukluk günlerinde onun geleceğiyle ilgili bir hadisenin yaşandığını duymuştum. Evdeki tek inek hırsızlanınca, eline tüfek alıp “Hırsızı vuracağım.” diyerek adamın peşine düşmüş. Bu hadise gerçekten yaşandı mı? 

Roza AYTMATOVA: Evet, yaşandı. O meseleye gelmeden önce ineğin bize gelmesine de değinmemiz gerek. İkinci Dünya Savaşı yıllarında, ailecek Ciyde köyünde yaşadık. Ağabeyim Cengiz, Şeker köyünde Karakın Nine’nin yanında, köy idaresinde sekreter ve muhasebeci olarak çalışmaktaydı. Dedem Aytmat’ın Birimkul adında büyük ağabeyi vardı. Biz Moskova’dan Şeker’e göçünce, Birimkul’un oğlu Alımkul bize kendi evini verdi. Kendileri ise ailecek evin yanına kurduğu boz üyde (Kırgız çadırı) yaşamaya başladı. Ev dediğimiz de tek odalı küçük bir ev. Dört çocukla birlikte ancak sığıyorlardı. Babamın Ayımkül adında ablası vardı. O halamın kocası Momunbek; “Çocuklara süt gerek. Sağıp içersiniz.” diyerek kendi ineklerini bize getirdiler.  

A.A: Bu dedikleriniz, babanız Törekul tutuklandığı sırada mı yaşanıyordu?

Evet, o tutuklandıktan sonra. Günler o şekilde geçerken bizim hakkımızda, “Halk düşmanının ailesine yardım ediyor.” diyerek Alımkul ağabey hakkında dilekçe yazmışlar. Bunun üzerine onu da gözaltına aldılar. O bir daha dönmedi. Onun iki kardeşi daha vardı. Birinin adı Özübek idi. Onu da gözaltına aldılar, o da geri gelmedi. Babamın Rıskulbek adındaki en küçük kardeşi de sürgüne gönderildi. Bir daha onunla ilgili de herhangi bir bilgi alamadık. Biz Ciyde köyünde yaşıyorduk. Annemin ablası vardı. Annem işe gidince bize o bakardı. Biz henüz küçük birer çocuktuk. Cengiz ayda bir kere geliyor, bizi görüp ziyaret ederek geri dönüyordu. Onun çalışmasının güzel bir yönü vardı. Köy idaresinde çalıştığı için Cengiz’e 0.3 dönüm yer verilmişti. 

R.A: Demek ki daha o yaşlarda ailesine bakmaya başlamış? 

Evet, öyle oldu. O verilen araziye mısır ekmişti. Elde ettiği hasadı bize getirerek aile bütçemize katkı sağlıyordu. İşte o günlerin birinde ağabeyim eve geldi. Eniştemizin verdiği ineğin buzağısı da artık büyüyüp düve olmuştu. Ağabeyim gelip ineğe ve düveye bir göz attı. Annem, “Yakında ineğimiz doğuracak. İnşallah sütümüz, kaymağımız olacak. Çocuklar bayram edecek.” diye sevindi. Evimizin durumu ortadayken, ineğimizi bağlamak için ufak da olsa bir ahır, uygun bir alan da yoktu. Hayvanları gözden uzak bir yere bağlamak da zor. Çünkü o günlerde hırsızlar ortada kol geziyordu. Annem kolhoz başkanıyla konuştu. “İneğimizi kolhozun ahırına bağlayayım. Sağımcılar sağıp, sütü versinler. Ben de aylığımdan ücretini öderim.” dedi.  Annemin kolunda romatizma olduğu için inek sağamıyordu. Böylece bizim inek kolhozun ahırına bağlandı. Orada bekçi de vardı. Bir gün Cengiz geldi. “Gidip ineğimizi bir göreyim.” diyerek ahıra gitti. Gitti ama ineğimiz yerinde yokmuş. Bekçiye sormuş, nerede diye. Bekçi ise “Bilmiyorum, burada duruyordu. Belki de ipinden kurtulup gitmiştir.” diye cevap vermiş. Ağabeyim yakın civarı dolaşmış, göz atıp ineği aramış. Şimdi bile aklımda, o günlerde Talas’ın etrafına siper niyetine kazılmıştı. Ta Rusya’nın batısında olan savaş olur da buraya kadar gelirse hazırlık olsun diye kazılmıştı. Ağabeyim o siperleri gezmiş, inek oralara düşmüş olabilir diyerek. Orada da başka yerde de inekten iz bulamamış. “Biri bizim ineğimizi hırsızlamış olmalı.” diyerek Temirbek isimli traktörcü komşumuza gitmiş. Ona “Tüfeğinizi verebilir misiniz?” demiş. O sırada hasta yatmakta olan Temirbek, “Tamam, şurada asılı. Alabilirsin.” diye cevap vermiş. “Eğer hasta olmasaydım, hırsızları kendim kurşunlardım.” demiş. Ağabeyim oradan aldığı tüfekle hırsızın peşine düştü. “Gördüğüm yerde alnından vuracağım.” dedi. Kazakistan’ın Cambul şehrine doğru giderken karşısına eşeğiyle gelmekten olan bir yaşlı kişi çıkmış. “Hey, oğlum, ne oldu sana? Birini öldürmeye mi gidiyorsun?” diye sormuş. Cengiz, “Evet!” demiş. Ne olduğunu soran yaşlı adama, bizim durumumuzu anlatmış. Dört çocuğun ihtiyacını karşılayan ineğimizi birilerinin hırsızladığını, onu aramaya çıktığını söylemiş. Yaşlı adam ağabeyime, “Hey, oğlum! Birilerini öldürme gibi bir düşünceden uzak ol! Sen talihli biri olacağa benziyorsun. Senin bir değil, yüz ineğin olur. Geleceğin parlak olur. Şimdi geri dön ve doğruca evine git!” diyerek oradan uzaklaşmış. “Adam gidince bir süre düşündüm. Kalbim öfkeden küt küt attı. Avazım çıktığı kadar bağırarak ağladım, ağladım. Sonra içime bir rahatlık geldi. Geri eve döndüm.” demişti ağabeyim. 

A.A: Ağlayarak içindeki öfkesini, sıkıntılarını çıkarmış olmalı, demek ki. Peki o yaşlı kişi Hızır Ata olabilir mi? 

R.A: Öyle diyorlar. Kazakistanlı yazar dostu Muhtar Şahanov ile sohbet ederken Şahanov ona; “Peki, o yaşlı kişinin dediği gibi yüz ineğin oldu mu?” diye sormuş. Ağabeyim gülerek “O yüz inek galiba benim kitaplarım!” diye cevap vermiş. 

A.A: Güzel bir hadiseye değindiniz. Kamuoyu sizi büyük bir “Törekul araştırmacısı” olarak biliyor. Babanızla ilgili yazdığınız kitaba değinsek…

R.A: Kitabın ilk baskısını, arşivleri biraz daha fazla araştırarak tekrar gözden geçirdim. Kitabın Kırgızcası, “Atam Cönündö Eskerüü” (Babam Hakkında Hatıralar); Rusçası, “Moy Otets Kak Gosudarstvenniy Deyatel” (Bir Devlet Adamı Olarak Babam) şeklinde. Şimdi şöyle bir şey düşünüyorum: Bu yıl Törekul’un 120, Cengiz’in 95. doğum yıl dönümü kutlanacak. Eğer resmî olarak bir kutlama yapılacaksa iki doğum gününü birlikte kutlamaları doğru olacaktır. Daha önce söylemiştim ya, babamın yardımıyla bir köşe oluşturmuştuk diye. Babam, Cengiz’in üzerine çok düşmüş. Ağabeyim; “Moskova’da birinci ve ikinci sınıfta okurken babam bana yardım ederdi. Her gün ne okuduğumuzu, ne öğrendiğimizi sorardı.” diye bahseder. Demek ki babam oğlunun geleceğine sağlam bir temel atmış. Bu bir yönü. Sanırım ağabeyim eline kalem alıp eserler vermeye başlayınca babasına olan hasret ve iştiyakını, “Erte Kelgen Turnalar” (Erken Gelen Turnalar) ve “Samançının Colu” (Samanyolu) gibi eserlerinde gün yüzüne çıkarmış olmalı. “Samançının Colu” romanında; “Baba, ben senin gömüldüğün yeri bilmiyorum. Senin için bir anıt dikmek istiyorum ama yapamıyorum. Bu eserimi sana ithaf ediyorum.” diyor. İnsanlar, babasının arkasından türlü türlü sözleri söylüyor olmasına rağmen onların hiçbirine kulak asmayıp babasına olan hasretini açık açık dile getiriyor! Bu durumu, babam ile oğlu arasındaki kader, onların arasındaki sevgi bağı diye yorumluyorum. 

1937 yılında “Repressiya” ile ortadan kaldırılan bazı insanların çocukları, sonraki günlerde katıldıkları “Komsomol” vb toplantılarda kürsüye gelerek “Ben vatanına ihanet eden bir babanın oğlu olmayı reddediyorum!” demişler. Babasının nereye gömüldüğünü öğrenemeyen ağabeyim, 1971 yılında annem vefat edince, annemin mezar taşına, ikisinin resmini de işlettirerek altına şöyle yazdırır: “Babamızın defnedildiği yer bilinmediği için annemin mezar taşına ikisinin de ismini yazdırdık.” Cengiz, babasını bir ömür boyu tüm kalbiyle aradı. Annemin anıtının açılışında biz de ilk defa gördük. Bize söylememişti. Her şeyi kendisi yaptırdı. O gün “Mezardaki anıtı annemle babama ithaf ederek yaptırdım.” demişti. Hepimiz birden ağlamıştık…

A.A: Daha sonra naaşı Ata-Beyit’e taşındı sanırım…

R.A: O da şöyle oldu: 1991 yılında gazetelerde, “Bişkek’e yakın bir yerde, toplu mezar olmalı ihtimali olan bir arazi kazılıyor. Orada çok sayıda insan kemiği bulundu.” şeklinde yazılar çıktı. Ben o günlerde işlerim dolayısıyla Fransa’da idim. Dönüşte ağabeyimin elçi olarak görev yaptığı Lüksemburg’a uğradım. Gazetelerdeki haberi ağabeyime anlatınca “Duydum.” dedi. Meğer İlgiz Ağabeyim telefon açarak haber vermiş. Ama o zaman oradaki kemiklerin kime ait olduğunu da bilmiyoruz tabi. Ağabeyim; “Kemikler var ama onların kime ait olduğunu nasıl bilebiliriz? Belki 1916 yılındaki olaylarda ölenlere; belki de bir yıllarda yaşanan açlıktan dolayı ölenlere ya da salgın hastalıktan dolayı ölenlere ait olabilir, bilemeyiz ki.” dedi. Bunun üzerine ben üstelemedim. Kırgızistan’a geldikten birkaç gün sonra “Törekul’un ölüm cezasına dair karar kâğıdı” bulundu diye haber verdiler. Ağabeyimi arayıp bu konuyu görüştük. Tam da o günlerde SSCB’nin dağılmasına sebep olacak olayların çıkması üzerine, Moskova’dan ağabeyime, “Hiçbir yere ayrılmayın!” şeklinde haber gitmiş. Böylece ağabeyim o günlerde Kırgızistan’a gelemedi. Bu sırada Akayev de Moskova’ya uçacaktı ama üç kere tehir ettiler. Üçüncüsünü 30 Ağustos’ta uçmak üzere değiştirdiler. 30 Ağustos’ta toplu mezarda bulunan kemiklerin, düzenlenen törenlerle tekrar toprağa verilmesi kararlaştırıldı. Ağabeyime de haber gitmiş. O da törene katılmak için geldi. Hepimiz birlikte karşıladık. Aslında o egemenliğin temelini atan insanların tekrar defnedilmesi tam da 30 Ağustos’ta gerçekleştirildi. Akabinde 31 Ağustos’ta Kırgızistan’ın egemenliği ilan edildi. 

Ben o günlerde oldukça zorlandım. O zamana kadar birinin ardından onu anmak üzere bir yazı kaleme almamıştım. Branşım itibariyle fizikçi olduğum için o alanda makaleler yazıyordum. Öyle bir yazı kaleme alma gibi bir düşüncem yoktu. Cenaze merasimi durumu ortaya çıkınca, kısa sürede kâğıt ve kalem bulundu ve bana anma yazısı yazmam için haber geldi. O günlerde gece gündüz düşünmeye başladım. Tam da o günlerde yengem Kerez telefon etti. “Altmışıncı doğum günümü kutlamak üzere sizleri davet ediyorum.” diyerek bizi çağırdı. “Gelemem!” dedim. “Neden?” diye sordu. “Babamın yasını tutuyorum.” dedim. “53 yıl önce ölen babana şimdi mi yas tutuyorsun?” diye sordu. “Benim nazarımda babam bugün ölmüş gibidir.” diye cevap verdim. Bana kırıldı. Bir hafta sonra yengemi ziyarete gittim. O günlerde ağabeyim de gelmişti. KGB’ye çağırmış olmalılar. O dönemdeki şefi Asankulov idi. O, babama her şeyi anlatmış olmalı. O kısmını iyi bilmiyorum. Yeğenim Asan “Belgeleri Moskova’dan getirdiler.” demiş. Çünkü o da KGB’de çalışıyordu. O günlerde, “Kemiklerin olduğu alanı kazalım mı, kazmayalım mı? Halka duyuralım mı, duyurmayalım mı? Yoksa kimseye söylemeden geri gömelim mi?” şeklinde tartışmalar olmuş. Oradakilerin yarısı, özellikle de Ruslar “Geçmiş gitmiş bir olay. Yeniden kazmamıza gerek yok.” diye karşı gelmişler. Asankulov ise “Açalım, insanlar da bilsin.” demiş. Bu konuda onun büyük bir faydası dokunmuş aslında. Çünkü başka hiçbir SSCB ülkesinde bu şekilde bir toplu mezarın tekrar açılması diye bir durum olmamıştı. Sonraki günlerde kemikler tekrar defnedilirken onu törene almamışlar. Tören sırasında büyük bir üzüntüyle kenarda durmuş. Onun, düşünce olarak komünist olduğu ve SSCB’nin dağılma sürecini desteklediği için görevinden alındığını sonra öğrendik. 

A.A: Siz de KGB’de bulundunuz mu? 

R.A: Yukarıda, Lüksemburg’a gittiğimi söylemiştim ya. Ben gelene kadar aile üyelerimizin hepsini de çağırıp meseleyi anlatmış olmalılar. Ağabeyim telefon edip “Kız kardeşim bu meseleye çok üzülüyor.” diye söylemiş olmalı. Beni de çağırdılar. Gittim. KGB binasına ilk kez girdim. Daha girişindeki Jersinskiy’in iki metrelik heykelinin önünde deste deste çiçek duruyordu… O manzarayı görünce farklı bir ürpertiye mi kapıldım, hatırlamıyorum. İkinci kata çıkmış olmalıyım. Şef, yardımcısını çağırdı. O gelince babamın mahkeme karar kâğıtlarını getirtti. Asankulov’un o işine çok sevindim.           Kâğıtları açarak yıllar önce yaşanan acı olayların ne olduğunu tek tek açıkladı. Evraklar arasında babamın askerî kimliği varmış. Elime alıp sağına soluna bakarken şef; “Alabilirsin, babandan sana hatıra kalsın!” dedi. Sevinerek aldım ama gözlerimden akan yaştan etrafım görünmez oldu. (Burada Roza Aytmatova ağlıyor). Şef, “Sizi toplu mezarın olduğu Çon-Taş köyüne götüreyim.” dedi. O günlerde henüz yeniden defin gerçekleşmemişti. Oraya varıp insanların canlı, yarı canlı şekilde atıldığı çukurun başına vardık. Çukurun dibinde çok sayıda kemik duruyordu. O manzara karşısında oldukça üzüldüm. Sonra Asankulov, merhumların ruhuna Kuran okudu. O sırada çekilen fotoğraflar elimde. İstersen sana vereyim, yayınlarsın. 

A.A: Bazı yerlerde Repressiye döneminde, siyasi tutukluların Çon-Taş’a siyah arabalarla götürüldüğü, orada kurşuna dizildiği söyleniyor. 

R.A: Olayın aslı öyle değil. Şimdiki Kardiyoloji Enstitüsünün olduğu yerde hapishane vardı. Öldürme işine 5 Kasım’da başlamışlar. Onca insanın bir an önce öldürülmesi gerekiyor ya. 7 Kasım’da bayram. O süre içinde o kadar insan öldürülmüş. 7 Kasım’da ise Lotsmanov, tribüne çıkıp hiçbir şey olmamış gibi resmî geçitteki insanlara gülerek el sallamış. 

A.A: Nasıl bir vicdansızlık ve ikiyüzlülük!

R.A: Hem de nasıl! 10 Kasım’da cesetleri alıp Çon-Taş’a götürerek tuğla imalathanesinin fırınının çukuruna atmışlar. O sırada etraftaki köylüler, buldukları şeylerin arkasına saklanarak orada olan biten şeyleri büyük bir şaşkınlıkla görmüşler. 

A.A: Onca insan, o korku ikliminde kimseye bir şey diyememiş demek ki. Bu yönüyle, babasından duyduğu bu büyük sırrı yıllarca içinde saklayıp sonra yetkililere bildiren Bübüyra Nine’ye ne kadar teşekkür etsek az gelir. 

R.A: Doğru söylüyorsun. Ona ve Bolot Abdrahmanov’a üstün hizmet ödülü verilmeli, diye düşünüyorum. 

*Fotoğraflar Aytmatov ailesinin aile albümünden ve internetten alınmıştır. Röportajın devamı Helezon’un temmuz sayısında verilecektir.

ЧЫҢГЫЗ АТАСЫН ЧЫН ЖҮРӨКТӨН ИЗДЕДИ:Роза АЙТМАТОВААлимжан Алибеков

Чыңгыз Айтматовдун 95 жана Төрөкул Айтматовдун 120 жылдыгына карата

Роза АЙТМАТОВА, Аялдар кыймылынын көрүнүктүү өкүлү

Роза Төрөкуловна бүгүн да билгенин жаштар менен бөлүшүп келет. “Депутаттык бош орунга ат салышып жаткан кыз-келиндер менен онлайн пикир алышам. Ошондон кийин Чыңгыз агамдын эстелигинин жанынан жолугалы” деди. Айтканындай эле, кечки саат беште телефон чалды. Анан жолугуп, маектештик.

— Роза Төрөкуловна, Чыңгыздын келечегине байланыштуу бир окуяны уктум эле. Жалгыз уюн уурдап кеткенде, мылтык алып, ууруларды атам деп жолго чыкканы чынбы?

— Чын. (Күлүп) Эми ал мындай болду да. Согуш жылдары биз Жийде деген айылда жашадык. Чыңгыз Шекерде Каракыз апанын колунда селсоветтин секретары, финагент болуп иштеп жүрдү. Айтматтын улуу агасы Биримкул деген болгон. Биз Москвадан Шекерге көчүп келгенде, Биримкулдун баласы Алымкул бизди өз үйүнө киргизет. Өзүнүн үй-бүлөсүн боз үйгө чыгарат. ​ А кездеги үйлөр эмне бир эле бөлмөлүү да. Төрт бала менен баары батпайт. Атамдын Айымкүл деген эжеси болгон. Ошол Айымкүл апанын күйөөсү Момунбек жезде «Балдарга сүт керек, саап ичкиле!» деп саан уйдун торпогун апама алып келип берет.

— Бул ошол Төрөкул ата камалгандан кийинби?

— Ооба, ошондон кийин. Ошентип жашап жатканда эл душманынын үй-бүлөсүн багып жатат деп Алымкул атанын үстүнөн арыз түшөт. Анан аны камашат. Ал ошону менен келбей калды. Дагы эки иниси бар эле. Бирөөсүнүн аты Өзүбек болчу. Ал тууганы да камалып, келбей калат. Төрөкулдун эң кичүү Рыскулбек деген иниси болгон. Ал да сүргүнгө айдалып, дайынсыз болуп кетет. Биз Жийдеде жашайбыз. Апамдын эжеси бар эле, апам жумушка кеткенде бизди карачу. Биз болсо кичинекейбиз. Чыңгыз бир айда бир келип, бизди көрүп кетет. Анын бир жакшы жери сельсоветте иштегени үчүн Чыңгызга 30 сотых жер берет.

— Жаштайынан эле үй-бүлө баккан турбайбы?

— Ошентти. Ошол жерге жүгөрү айдайт. Ошол жүгөрүнү алып келип берет, ошентип бакты да бизди. Ошентип Чыңгыз бир күнү үйгө келет. Жездебиз берген уйдун торпогу кунажын болуп калган кез. Чыңгыз келип кунажын кантип атат дейт. «Мына жакында тууйт, буюрса сүт, каймак болуп балдар жыргап калат» дейт апам. Өзү жалгыз уйубуз болсо, аны байлаганга орун жок, камаганга сарай жок. Уйду сыртка да байлай албайсың, уурулар көп ал кезде. Анан апам башкарма менен сүйлөшөт, «Колхоздун фермасына байлай турайын, ошол жерде саанчылар бар да, ошолор саап берип турсун, мен эмгек акымдан төлөп берем» дейт. Себеби апамдын колу ревматизм менен ооручу. Ошентип биздин кунажын колхоздун фермасына байлана баштайт. Ал жерде кароолчу бар. Анан бир күнү Чыңгыз келип, уйду көрүп келейин деп фермага барат. Барса уй ордунда жок. Кароолчудан сурайт каякта деп. Ал болсо, «Билбейм, ушул жакта эле турган, мүмкүн бошонуп кеткендир» деп жооп берет. Анан болгон жерди кыдырып издейт. Азыр менин эсимде, ошол кезде Таластын жээгинде окоп казылып калган. Согуш ушул жерге чейин жетип калса деп даярдык катары казып коюшкан. Ошол окопторду карайт, уй түшүп кеткен жокпу деп, ал жакта да жок, эч жерде жок. Анан бирөө уурдаган ​ турбайбы деп, Темирбек деген тракторист кошунабызга барат. Барып «Мылтыгыңызды берип туруңуз» дейт. Ал киши ооруп жаткан болот, «Макул, ал» дейт. «Эгер оорубасам, ууруларды өзүм барып атып өлтүрөт элем» дейт. Ошентип мылтыкты алып, жөө издеп жөнөйт. «Көрсөм эле токтоосуз атам деп баратам» дейт Чыңгыз. Анан Жамбыл жакка кеткен жолдон эшекчен аксакал жолугуп калат. «Ай балам, эмне болду сага, бирөөнү өлтүргөнү баратасыңбы?» деп сурайт аксакал. Чыңгыз «Ооба!» дейт. Эмне болду десе, анан айтып берет, ушундай үйдө төрт бала бар, жалгыз уюбузду уурдап кетишти деп. Анан ал киши «Кой балам, уй үчүн адам өлтүрбө, мындай ойдон алыс бол! Сен бактылуу болосуң, сенин жүз уюң болот, келечегиң жакшы болот, сен азыр үйүңө кайт! Апаңа айт!» деп бастырып кетет. «Бир убакта жүрөгүм лакылдап, бакырып-өкүрүп ыйладым. Ыйлап, анан басылып калдым. Анан үйгө кайттым» дейт агам.

— Ыйлап ички бугун чыгарган турбайбы. Ошол киши Кыдыр ата эмеспи?

— Ошондой​ дешет.​ ​ Шаханов экөө сүйлөшүп жатканда, Шаханов сурайт эмеспи “Анан жүз уюңуз болдубу?” деп. (Күлүп) Чыңгыз “Ошол жүз уй ​ менин чыгармаларым болушу керек” деп жооп берген.

— Рахмат сизге. Сонун баяндап бердиңиз. Сизди эл көрүнүктүү төрөкултаанучу катары билет. Атаңыз тууралуу китебиңизге токтолсок.

— Биринчи чыгарылышын архивдик материалдарга таянып кайрадан иштеп чыктым. Китептин кыргызчасы “Атам жөнүндө эскерүү“ болсо, орусчасы “Мой отец как государственный деятель” деп аталат. Мен эми ойлоп жатам, быйыл Төрөкулдун 120 жылдыгы, Чыңгыздын 95 жылдыгы болот. Муну өткөрө турган болсо, анда экөөнүкүн бирге өткөрүш керек. Жана мен айтып бербедимби, атамдын жардамы менен бурч түзгөнбүз деп. Атам Чыңгызга көп көңүл бурган экен. Агамдын айткан жерлери бар. “Москвада биринчи-экинчи класстагы окуума атам жардам берчү эле. Күнүгө сурачу эле. Эмнени окудуңар, эмнени үйрөндүңөр деп». Ошентип атам баласынын келечегине негиз салып коюптур. Бул бир жагы. Кийин атасын сагынып, куса болуп, анан ошону “Эрте жаздагы турналарда”,, Саманчынын жолунда” өзүнүн кусалыгын көрсөттү болушу керек. “Саманчынын жолунда” “Ата, мен сенин көмүлгөн жериңди да билбейм. Эстелик орното албайм. Ушул чыгармамды сага арнайм” деп жатпайбы! Элдин арасында тигиндей-мындай дегенине болбой, атасын сагынып, куса болуп жатпайбы! Бул ата-баланын тагдыры, өз ара мамилеси деп ойлойм.1937-жылы репрессия болгондордун кээ биринин балдары комсомолдук жыйналышта элдин алдына чыгып: “Мен ушундай чыккынчы атамдан баш тартам!” деп айтышкан да. Атасынын көмүлгөн жерин таппай, анан 1971-жылы апам кайтыш болгондо, Чыңгыз анын мүрзөсүнө экөөнүн сүрөтүн коюп, гранит ташына “Атабыздын көмүлгөн жери белгисиз болгондуктан, апамдын эстелигине кошуп жаздык” деп жаздырат. Атабыз 34 жашында камалып, 35 жашында атылып жатат. Чыңгыз атасын чын жүрөктөн издеди. Эстеликти ачып жатканда биз да биринчи жолу көрдүк. Бизге айткан жок. Өзү жасады баарын. Ошондо айтты, «Экөөнө койдук» деп. Баарыбыз ыйладык…

— Кийин сөөгү Ата-Бейитке коюлду да…

— Ал мындай болду. 1991-жылы гезиттерге чыгып калды. «Шаарга жакын жерден казуулар болуп жатат. Массалык көмүлгөн адамдардын сөөгү табылды» деп. Мен ошондо Францияга жумуштап барып калдым. Анан кайра келе жатып, Люксембургга кайрылдым. Анда Чыңгыз ошол жерде элчи болуп иштеп жаткан. Агама айтсам, «Уктум» деди. Көрсө Илгиз агам телефон чалган экен. Эми анда билбейбиз да кимдин сөөгү экенин. Ал айтты. «Эми муну кантип аныктайбыз? Балким 1916-чы жылдагы адамдардыкыбы, мүмкүн ачарчылыктан өлгөндөрдүн сөөгүбү, инфекция болуп көп кишини бир жерге көмүп коюшкандыр, билбейбиз да?» деди. Ошону менен унчукпай калдым. Бул жакка келсем, айтышты «Төрөкулдун өкүм кагазы табылды» деп. Агам менен телефондон сүйлөштүк. Ал келем деп жаткан. Анан эле ГКЧП (төңкөрүш- автордун түшүндүрмөсү) болуп калды. Москвадан телефон чалып, эч жакка кетпей туруңуз дешет. Ошентип Чыңгыз келалбай калды. Бизде дагы Акаевдер Москвага барышмак, үч жолу которушту. Үчүнчү жолу 30-августка которушту. 30-августта сөөктөр кайра көмүлдү. Ага карата Чыңгыз келип калды. Анан 31-августта Кыргызстан өз эгемендүүлүгүн жарыялады. Мына ошол эгемендүүлүктү негизин түзүп берген кишилердин кайра көмүү зыйнаты 30-августта болуп жатпайбы. Чыңгыз укту. Келди. Келгенде баарыбыз тосуп алдык. Мен абдан кыйналдым. Мен өмүрүмдө эскерүү темасында бир макала жазган эмесмин. Физикадан илимий макалаларды жазчумун. Эч кандай оюмда жок болчу. Жанагыдай иш болгондон кийин, кагазы табылды дегенден кийин, мен үчүн ушундай кабар болду. Күн-түн башканы ойлоно албай калдым. Анан Керез жеңе телефон чалды, «Алтымышка чыгып жатам, той берип жатам келгиле» деди. «Баралбайм» дедим. «Эмнеге?» дейт. «Атама аза күтүп жатам» дедим. «53 жыл мурун өлгөн атаңа эми траур болуп жатасыңбы?» деди. “Мен үчүн бүгүн өлгөндөй болуп жатат» дедим. Таарынды мага. Бир жумадан кийин бардым жеңеме. Ошондо Чыңгыз чет өлкөдөн келип, КГБга барган окшойт. Анда Асанкулов жетекчи болчу. Анан ал киши баарын түшүндүрүп айтса керек. Мен өзүм жакшы билбейм. Менин жээним Асан «Документтерди Москвадан алып келген» деп айтат. Ал КГБда иштеген. Бул жерди ачканда маселе турат да, казалыбы, казбайлыбы, элге жарыялайлыбы, же кайра көмүп коёлубу деп. Коллективде иштегендердин жарымы, негизинен орустар өткөн ишти казбай эле коёлу деп каршы болушат. Асанкулов ачалы, эл билсин дейт. Бул жерде Асанкулов чоң эрдик жасады. Эч бир республикада мындай ачылыш болгон жок. Кийин кайра көмүү болгондо, ал кишини киргизбей коюшат. Ал киши чет жакта турган экен күйүп-бышып. Асанкулов коммунист да, ГКЧПны колдогону үчүн жумуштан алынганын кийин билдик.

—  Сиз да КГБда болдуңузбу?

— Мен Люксембургда болдум дебедимби, ага чейин балдарынын баарын чакырып айтышкан экен. Чыңгыз телефон чалган го, ушинтип карындашым кейип жатат деп. Чакыртыптыр. Бардым. КГБга биринчи жолу кирип жатам. Ой бой кире беришиндеги Джержинскийдин эки метр эстелигинин алдында жапжаңы үзүлгөн гвоздикалар жатат… Ошону көрүп, экинчи кабатка чыктымбы, иши кылып, абдан эсим ооп кирип бардым. Жардамчысын чакырды. Ал келди. Атамдын тергөө ишин алдырды. Ошондо Асанкуловго абдан ыраазы болдум. Баарын көрсөттү, айтты. Атамдын военный билети бар экен тергөө ишинде. Ошол военный билетти кармаласам, “Алыңыз, атаңыздан эстелик болсун!» деди. Алдым аны. (Айтып жатып ыйлап ийди) Көзүмөн жаш куюлуп эчтеке көрүнбөй калды. «Чоң-Ташка алып барып келейин» деди. Анда табылган сөөктөр кайра көмүлө элек. Барсак, чуңкурдун түбүндө омуртка, кабыргалар жатат. Аны көрүп аябай жаман болдум. Андан кийин алып коюшту окшойт. Ошонун сүрөттөрү да бар. Кааласаң берейин. Эч жерге чыга элек. Анан Асанкулов өзү куран окуду.

— Кээ бир адамдар саясий туткундарды Чоң-Ташка кара машинелерге жүктөп барып , анан ошол жерден башка атып өлтүргөн дешет.

— Андай эмес. Азыркы кардиология институтунун ордунда түрмө болгон. 5-ноябрда башташкан. Тезирээк атыш керек да. Жетиси майрам да. Ошого чейин атып бүтүшү керек да. 7-ноябрда Лоцманов трибунага чыгып өтүп бараткан элге эч нерсе болбогонсуп, колун булгалап турат.

— Кандай эки жүздүүлүк!

— Болгондо да кандай дейсиң! 10нунда баарын Чоң-Ташка алып барып көмүшөт. Жергиликтүү эл тизип койгон тезегине бекинип, бул эмне болуп жатат деп карап турушкан.

— Ошолордун баары айтып чыккан жок да. Коркушту. Бул жагынан Бүбүйра апага баа берсек болчудай.

— Туура айтасың. Ал кишиге анан Абдрахманов Болотко баатырдыкты берсе болот деп ойлойм.

(Бул маэк, Кут-Билим гезитинин 2023-21-Апрелдеги санында жарык көрдү. Уландысы, Хелезондун кийинки санында кыскартылып берилет.)