“Bir cümle kurdum kalbimle sana,
Dilime varmadan düştü boşluğa.”
Hafızanın Tereddütle Baktığı Yer
Kimi topraklar vardır ki üzerinde doğmak, oraya ait olmakla aynı şey değildir. İnsan, bazen en çok, bildik çevrenin ortasında yabancı hisseder. Zira yakınlık, her zaman derinlik getirmez; çoğu zaman seni geçmişin donmuş bir görüntüsünde tutan bir aynaya dönüşür. Çocukken seninle gülüp oynayanlar, büyüyüp kelimelerin derinleştiğinde yalnızca dudak büker. Ne söylersen söyle, seni susturan şey açık bir reddediş değil, bir zamanın içinde dondurulmuş hâlinle tanımlanmandır. Çünkü senin sesin değiştikçe, onların hafızası bozulur. Bir insan, geçmişte bırakıldığı yerde hep öylece kalmalıymış gibi düşünülür. Ama insan dediğin, durağan bir varlık değildir; büyür, çatallanır, dönüşür, kimi zaman kendine bile yabancılaşır.
Ne gariptir ki bu yabancılaşmanın en ağır yankısı, kalabalıklar içinde değil; en tanıdık bildiğin yerlerde, seni hâlâ sandıkları hâlinle gören bakışların içinde çarpar yüzüne. O an anlarsın: Gerçek yalnızlık bilinmemek değil, en çok bilindiğin yerde artık anlaşılamamaktır.
Bilinmekten Boğulmaya
İnsanın en ağır yalnızlığı, yabancıların arasında değil kendini en çok bildiğini sananların içinde başlar. Çünkü orada sesin, boşluğa değil de beklentiye çarpar. Ne söylersen söyle, sana ait olan anlam, çoktan başkalarının kafasında inşa edilmiş kalıpların içinde şekillenir.
Sözlerin senden çok önce biçimlendirilmiştir; hangi kelimeyi seçsen, anlamı başkalarının zihninde çoktan kurulmuş yargıların içinden süzülür. Bildik çevre, ait olduğun yer olmayıp tanındığın hâlin dışında konuşmana izin verilmeyen dar bir çerçevedir. Konuşabilirsin, evet ama ancak onların duymaya razı olduğu kadar. Bu, suskunluk değil kısıtlanmış bir ifade hâlidir. Seni gerçekten duyan kimse yoktur çünkü çoğu kişi, seninle değil kendi içlerinde kurdukları “sen” ile konuşur. Ve işte o an, “Kendi köyünde peygamber olamazsın.” sözü, bir hayal kırıklığından ziyade bir bastırılma biçimi olarak çıkar karşına; söylediklerinin değil, susturulmuş niyetinin reddedildiği bir inkâr biçimi… İçindeki sesi, dış dünyaya tercüme etmenin artık mümkün olmadığını hissettiren, sessiz ama süreğen bir inkâr.
Göç Değil, Sürgün
Zamanla konuşmaktan çok tercüme etmeye başladığını fark edersin. Kendi dilin, kendi sesin, kendi derinliğin; her biri bir yere varmak için değil, sadece anlatabilmek için başkalaşmak zorunda kalır. Yola düşmek, bir arayıştan çok kendi köşende tutunamamanın ve görünmeyen bir reddedilişin sonucudur. Çünkü senin orada söylediklerin, duyulmazdan gelinmekle kalmaz; çoğu zaman değiştirilir, sadeleştirilir, tanınabilir hâle sokulur. Ve sen, kendini her cümlede biraz daha kaybedersin. Yeni çevrelerde kelimelerin serbesttir ama o kelimeler, kökünü kaybetmiş bir ağacın dalları gibidir artık. Anlaşılmak, hâlâ bir geçmişin gölgesinden geçmek zorundadır. İşte bu yüzden insan, bazen kelimeleri kadar yalnız kalır.
Bazı yerler, yalnızca sesini değil niyetini de susturur. Duyulmak, her zaman işitilmek değildir; bazen en gürültülü anlatılar bile en sessiz inkârın içinde kaybolur. Ve sen nihayet anlarsın: Kendi köyünde değil peygamber, sade bir yol arkadaşı bile olamazsın. Zira orada duyulmak değil, hatırlanmak esastır ve sen, onların hatırlamak istediğinden fazlası olamazsın.
Sessizliğin Sesi, Sözün Yükü
Yıllar sonra dönsen de değişen çok az şey bulursun. Aynı sokak, aynı sesler, aynı gözler… Fakat artık içini bilen bir bakış aramazsın. Çünkü sen, anlatmaktan değil anlattıklarının hep eksik duyulmasından yorulmuşsundur. Susarsın ama bu suskunluk bir kabulleniş değil, kelimelerin yıllarca bir duvara çarptığı yerden geriye kalan yorgun bir iç sessizliktir. Bazı hakikatler vardır ki dile geldikçe eksilir, ağızdan çıkınca ağırlığını değil yankısını kaybeder.
Bu yüzden sen, artık onları taşımayı öğrenmişsindir; söze değil sabra yüklenmiş bir şekilde… İçinde yıllardır isim konulmamış bir ağırlıkla yürürsün. Biriyle göz göze geldiğinde ne bir sitem kurarsın ne de bir izah ararsın. Çünkü bilirsin: En çok tanındığın yerde, aslında hiç duyulmamışsındır. İçinden bir cümle geçer belki ama onu da yarım bırakırsın. Çünkü yıllar sonra bile en net hâliyle söylemek istediklerin, en çok sustuklarında yankılanır. Ve o sessizlikte, kendi kendine itiraf gibi düşer aklına: “Ben size değil… O gün orada, kendime anlatmaya çalışmıştım kim olduğumu.”