Doğu Almanya’da Merseburg şehrindeydik. Sachsen-Anhalt eyaletinin güneyinde, Saale Nehri kıyısında kurulmuş küçük ve eski bir şehirdi burası. Şehrin ve şehir merkezine bağlı beldelerin isimleri, yönetim tarafından nehir adıyla anılmış ve “Saale Kreis” olmuş. Bahar ve yaz mevsimlerinde, Saale Nehri boyunca, yeşillikler arasında kıvrılan yollarda, özellikle hafta sonları yürüyüş yapmak, bisiklet sürmek, Saale Kreis’in vazgeçilmezlerindendir.

Buraya gelmişken görülmesi gereken yerleri görmek istiyorduk. Kısa bir internet aramasında şehrin en çok göze çarpan görselleri, eski bir şato ve kilise oldu. Almanca öğretmeni Schulz bize rehberlik etti. Önce Domm adı verilen eski kilisenin olduğu yere gittik. Burada, uzaktan kuleleri görülebilen eski bir kilise ile karşılaştık. Ne kadar yaşlı olduğu taşlardan belliydi. Kilise iki adet yüksek ve işlemeli kulesiyle göz kamaştırıyordu. Sonra şatonun içindeki eski saraya yöneldik. Şato girişinde, duvardaki levhalarda, bazı isimler ve tarihî bilgiler gördük. Rehberimiz tarih boyunca bu şehirden iki tane Alman kralı çıktığını söyledi. Bilet alıp içeri girdik. Taş yapının içindeki odalara tarihî eserler ve kalıntılar koymuşlar. Eski Alman hayatına dair görseller ve eşyaları da ihmal etmemişler. Çıkışa yakın bir salonda camlı büyük bir şehir haritası yer alıyordu. Bir görevli, bize kısaca şehrin genel özelliklerini ve önemli yerlerini harita üzerinden anlatınca şehri daha iyi tanımış olduk. 

Epeyce yorulmuştuk ama görülmesi gereken önemli bir yer daha vardı. Dışarı çıkınca rehberimiz bize beş yüz yıllık kargadan bahsetti. Hepimiz meraklandık. Hatta Azerbaycanlı bir bayan anlatılanları tam anlamadığı için karganın beş yüz yıldan beri yaşadığını sanmıştı. Hafif bir tebessüm oldu. Yavaşça rehberimizi takip ettik. Şatonun sol yanında büyük bir kafes ve içinde iki karga vardı. Kargalar simsiyahtı ve gerçekten çok büyüktü. Kafesin üstünde ise parlak bir madenden yapılmış bir karga figürü vardı. Karganın gagasında bir yüzük dikkat çekiyordu. Ziyaretçilerin kargalara bir şeyler vermeleri yasaktı ama yine de özellikle çocuklar ve gençler çaktırmadan bir şeyler atıveriyorlardı kafesten içeri.  

Karganın hikâyesi bir taş levha üzerinde yazılı idi ama yazıların tamamını anlamamız mümkün olmadı. Rehberimiz Schulz’a yöneldik ve hikâyeyi ondan dinledik. 

1500’lü yıllarda bu şehirde Thilo von Trotha adında bir piskopos yaşıyormuş. İyi bir idareci olarak nam salmış. Piskopos Thilo’nun John adında sadık bir yardımcısı varmış. John onun en yakın arkadaşı ve sırdaşıymış. Ayrıca piskoposun vereceği kararlarda özel bir yere sahipmiş. Yani bir anlamda veziriazam veya başdanışmanmış. Bu yüzden o sarayda göze batan hatta kıskanılan biriymiş. Onu kıskananlar arasında, piskoposun kargasının bakımını yapan, onu eğiten avcı Ulrich de varmış. Ulrich piskoposa daha yakın olmak ve insanlar nazarında daha gözde bir konuma sahip olmak istiyormuş. Bundan dolayı da içten içe John’u devre dışı bırakacak bir fırsat kolluyormuş.    

Thilo von Trotha, bir gün çok değerli mühür yüzüğünü yerinde bulamamış. Odasına kendisi ve yardımcısı John dışında hiç kimse giremezmiş oysa. Ortalık bir anda karışmış. Saray dedikodularla çalkalanmış. Bazı hizmetçiler yüzüğü John’un çalmış olma ihtimali üzerinde birleşmişler. John, bu iddialara karşı kendini savunmuş, piskoposa asla ihanet etmeyeceğini ısrarla anlatmış. Ortamın tam istediği kıvamda olduğunu hisseden Ulrich, hemen “Johannes Dieb” yani “Hırsız John” diye bir söylenti çıkarmış ve bunda da başarılı olmuş. 

Piskopos, John’a çok güvendiği için söylentilere çok kulak asmıyormuş. Ancak bir gün, kargasının “Johannes Dieb” gibi bir şeyler mırıldandığını duyunca fikri değişmiş. Karganın konuşmasını ilahi bir uyarı olarak algılamış. Ulrich’in karga eğitmeni olduğunu hiç düşünememiş. Kararını vermiş; kendisine ihanet eden sadık dostu Johannes idam edilecekmiş. Herkese ibret olsun diye infaz, yüzüğün kaybolduğu odada gerçekleştirilecekmiş. Kararı duyan Johannes tekrar tekrar yemin etmiş, “Böyle bir şey yapsam burada durmazdım.” demiş ama Thilo von Trotha’yı bir türlü ikna edememiş. 

Artık ömrünün sonuna geldiğini anlayan John idam öncesi ilginç bir şey daha söylemiş:

-Ben masumum. Yüzüğü ben çalmadım. Başım kesildikten sonra masum olduğumun göstergesi olarak ellerimi yukarı kaldıracağım ve üç adım atacağım.” 

Kimse buna ihtimal vermemiş tabi. Ancak infazdan sonra John ellerini yukarı kaldırmış ve üç adım yürümüş ve yere yığılmış. Herkes şok olmuş. Piskopos ne diyeceğini bilememiş; sadık dostunun hâlinden çok etkilenmiş. Olayı izleyen Ulrich çok korkmuş ama yalanı ortaya çıkmasın, piskoposun vicdanı rahat etsin diye kargaya o sözleri tekrar ettirmiş. Karganın sürekli “Johannes Dieb” sözlerini tekrarlaması nedeniyle bir süre sonra piskoposun endişesi de ortadan kalkmış.

Artık Ulrich piskoposa daha yakınmış. Sarayda onun sözü dinleniyormuş. Ancak Ulrich ilahi adaletten habersizmiş.

Aradan birkaç yıl geçmiş. Bir gün şiddetli bir fırtına, piskoposun sarayının çatısına da hasar vermiş. Çatının acilen tamir edilmesi gerekiyormuş. Çatı tamiri sırasında ustalar karganın yuvasına rast gelmişler. Usta yuvaya yaklaşınca yuvanın içinde piskoposun mühür yüzüğünü görmüş. Yüzüğü alıp doğruca piskoposa götürmüş. Dostu ve yardımcısı Jonh’un haklı olduğunu anlayan Thilo von Trotha, çok üzülmüş. Artık iş işten geçmiş ama bir daha böyle bir yanlış yapılmasının önüne geçmek için bir şeyler yapmak, bir işaret bırakmak istemiş. 

Önce mühür yüzüğündeki sembolü karga figürü ile değiştiren piskopos, ardından şatonun hemen yanına bir kafes inşa ettirmiş ve buraya “Johannes Dieb” sözünü tekrar eden kargasını hapsetmiş. Bu sırada Avcı Ulrich ortadan kaybolmuş. Kim bilir, belki Jonh’un başına gelen kendi başına da gelir diye, korkup kaçmıştır. Ne de olsa John’un idamına kendisi sebep olmuştu. Onun pişman olup olmadığını hiçbir zaman bilemeyeceğiz.     

O karganın ne kadar yaşadığı bilinmemiş ama ölünce yerine yeni bir karga getirilmiş. Günümüze kadar da bu böyle devam etmiş. Ancak yakın zamanda kafese konan karganın tek olması adil bulunmayınca o olayı temsil eden karganın yanına bir eş getirilmiş. 

O gün kafeste gördüğümüz kargalar beş yüz yıllık olayın şahitleriymiş gibi etkiledi bizi. Bir de kafesin üstündeki metal karga figürü ve gagasındaki yüzük, olayın hep taze kalmasını sağlıyor gibiydi. 

Şimdi kafesteki kargalar, gelip gidenlere ve zamana Johannes’in suçlu olmadığını, haksız yere idam edildiğini, Thilo von Trotha’nın yanlış karar verdiğini, Ulrich’in ihanetini söyleyip durmakta. Ancak bu figürlerin yine piskoposun pişmanlığı sebebiyle günümüze kadar geldiğini de unutmamak gerek.