Bar-mak fiili zaman içerisinde hem eski hâlini korumuştur hem de yeni telaffuzunu. Böylece barındırdığı iki farklı mana başka kelimeler şeklinde ortaya çıkmıştır. Bir yere, bir noktaya, bir amaca… varmak. Yani oraya ulaşmak, oranın içinde olmak, oraya temas etmek demek. Varmak, çoğu kez bir hat üzerinde bir yerden diğerine gitmek demek olsa da kimi zaman iki ya da daha fazla yönden de birbirine varılır, belli bir noktada buluşulur. Böyle karşılıklı ulaşılan, uzlaşılan yerlerin arası derin vadilerle veya serin sularla ayrılmış olabilir. İki yakayı birbirine vardırmak çok zorlaşır bazı durumlarda. Karşı yamaçlardakiler birbirlerinden ayrı kalır, öbür yandakileri farklı görmeye başlar. Zihinde canlandırılan farklılıklar zamanla heyulalara dönüşür. Sonu gider bir çatışmaya hatta çarpışmaya dayanabilir. 

Bu anlarda gereken hareket, birinin yanındakilere veya karşıdakilere, hasılı her şeye rağmen adım atmasıdır. Newton’un sözleriyle; “Aşk, köprü kurmaktır. İnsanlar köprü kurmak yerine, duvar ördükleri için yalnız kalırlar.” Yani en başta kalpte kin ve nefretin yerine sevgi barındıranlar köprü kurabilir. Sevgi onları bir köprü kurmaya sevk eder. Dadaloğlu, bunu şöyle ifade eder: 

“Gönülden gönüle yol gider derler

Onu sürmeğe bir hoşça can gerek” 

Bir hoşça can bu yolun inşacısıdır.

Diğer taraftakilerin yanlışlıklarına aldırmadan köprüyü inşa etme hayali kurarlar ve hatta kendi yanındakiler dahi gitmek istemese bile Mehmet Ali Kıratlı misali; 

“Bize gelmeyene biz gidelim

Gönül köprüsünden geçelim gayrı” 

der ve ırmağın karşı yakasına ulaşmak için gayret sarf eder ve insanları ikna etmeye çalışırlar. Birbirine karşıdan bakan öte geçeleri kolayca ulaşılacak hâle getirirler. Eğer böyle kimseler çıkmaz ve içlerinden biri köprü olmaya razı olmazsa, belki de kıyamete kadar bu suyun kıyılarında beklerler (Arif Nihat Asya). Bu noktada Mehmet Ali Kıratlı’nın; 

“Yenelim nefret ve öfkemizi

Gönül köprüsünden geçelim gayrı” 

dediği gibi önce sinelerdeki öfkenin yenilmesi gerekir. Karşı yakanın öcü olmadığını, onlarla birçok benzerliklerinin bulunduğunu ve sadece bu tarafta kalmanın yanlışlığını Osman Akçay gibileri herkese; 

“Gönüllerde köprü kur tüm insanlarla kaynaş

Bir ülkeye baş olsan ne fark eder arkadaş” 

diye seslenirler. Güzel günlere erişmenin yolu en başta gönülden gönüle köprüler kurmaktır. 

Tabi her zaman diğerine ulaşmaya çalışmak tek taraflı bir hareketin sonucunda olmaz. Köprünün beraber inşa edilmesi arzu edilir. Neşet Ertaş’ın deyişiyle, karşıdan da bir adım atılması gizli gizli ve içten beklenir: 

“Dost elinden gel olmazsa varılmaz

Rızasız bahçenin gülü derilmez

Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez

Gönülden gönüle gider yol gizli.” 

Muhammet Yalçın Azizoğlu’nun takip eden mısralarındaki gibi bu uğurda sulara kapılmayı, karşıdan atılan oklara hedef olmayı, kendi tarafından sulara bile iteklenmeyi göze alanlar çıkar:

“Bir köprü yaptım yanmış yürek kalıntılarından

Canların canana hasretini yoğurdum harcına kattım

Gözyaşlarıyla suladım

Bir köprü kurdum gönülden gönüle”

Çoğu zaman bir hayalle başlar öbür yanla barışma hedefi. Öteye ulaşıp barışmak için bir yol yapılmalıdır; derin vadileri yakın eden, serin suları aşan. Öyle bir iştir ki taş taşıyacak omuz, onları yontacak bilekler ister. Daha da önemlisi diğer tarafı öcü görmeyecek yürekler ister. Suları aşan yolların adıdır köprü. Taraflardan biri köprü kurunca ilk adımı da atması beklenir. Ardından karşıya Yunus gibi seslenmelidir:

“Dünyaya gelen geçer, 

Bir bir şerbetin içer

Bu bir köprüdür geçer,

Cahiller onu bilmez

Gelin tanış olalım, 

İşi kolay tutalım

Sevelim sevilelim,

Dünya kimseye kalmaz.”

Köprüler kimi vakit gözle görülürken bazen ancak gönülde yaşatılır. Türkmenoğlu’nun dediği gibi görünür ya da görünmez bir köprü kurulup da iki yaka bir araya gelince dostun yurdundan ayrılmak zor olur:

“Gönül birleştiren köprüymüş meğer

Türkmenoğlu der ki dünyaya değer

Bir salkım üzümü yediysen eğer

Dost bağından çıkıp taşınamazsın.” 

İşte, o anlarda birbirine varmanın tadına doyum olmaz. O vakte kadar beklemenin pişmanlığı dile vurur ve Vahap Çelik’in ifadesiyle;

“Gönülden gönüle köprü kurarken

Sevda oklarıyla vursaydım seni” denir.

Bir insanla başlayan köprü kurma işi bitince bir Özbek deyişiyle binlercesinin geçmesine yol açar. Köprünün altından sular zamanla birlikte akar durur ve alttan alta yine kalbi çürük, gözü açlar çıkar ve yanındakileri öte yana karşı kışkırtırlar. Sonunda kalplerdeki köprüleri attırırlar. Ancak bilmezler ya da umursamazlar, bir gün geri dönmek zorunda kalabilecekleri köprüleri yıkmanın yanlışlığını. Gözlerden ırak olanlar kalplerde de ıraklaşır. Gidip geleni kalmayan köprüler zamanla yıkılır. Vadinin iki yanı bir kez daha yabancıdır artık diğerine. Çünkü birileri köprüleri yıkmıştır gönüllerde.

Öte yandan uzaklaşmanın, ayrışmanın ve son raddede düşman bellemenin de adıdır, köprüleri yıkmak. “Köprüleri atma, aynı nehri kaç kez daha geçmek zorunda kalacağına şaşıracaksın.” demişler. Köprüleri atmak ise geri dönüşe neredeyse hiç açık kapı bırakmamak, demektir. Barışın ve uzlaşmanın simgesi köprülerin kurulmasına ne kadar da ihtiyacımız var bugünlerde!