Yıl 1830. İsmini geçit vermez yalçın dağlardan alan Dağıstan’ın, güzide beldelerinden Kumuk Türklerinin meskûn bulunduğu Temirhan Şȗra’ya bağlı Atlan Avul köyünde, yoksul bir çiftçi ailesinde bir bebek dünyaya gözlerini açar. Aile, evlerinde bayram havası estiren yavrucağa hür, yiğit, cesur ve mert anlamlarına gelen Kazak ismini verir.
İsimlerin ve coğrafyanın şahsiyet ve karakter üzerine tesiri ne kadardır, ölçülebilir mi bilinmez ama kendisine verilen adın Kazak’ın şahsında tezahür ettiğini hayatında görmek mümkündür.
Kazak’ın çocukluğu Atlan Avul köyünde geçer. Gençlik çağlarına geldiğinde şiirler söylemeye ve şiirlerini besteleyip düğünlerde terennüm etmeye başlar. Kısa sürede Dağıstan’da meşhur olan ve sevilen Kazak, şenliklerde aranan bir ozan olur. Eserleri dilden dile dolaşır. Halk, Kazak’a şiirlerini besteleyip düğünlerde okumasından dolayı şarkıcı anlamına gelen ‘’Yırçı’’ ismini verir, Yırçı Kazak ismi ile günümüze kadar anılagelir.
Kazak’ın yaşadığı dönemde Dağıstan Çar idaresi altındadır. Çar yönetimi Dağıstanlı yerli prensleri iş başına getirmiş, merkeze sıkı sıkıya bağlı idari bir sistem kurmuştur. Yönetimde, her ne kadar, yerli yöneticiler olsa da kararlar Çar tarafından dikta edilir. Yerli Prenslerin icraatları zaman zaman Çar’a rahmet okutacak mahiyettedir.
Bahsedilen dönemde yoksulluk hat safhada iken, şairin bir şiirinde ifade ettiği gibi, sülük gibi insanların kanını emen idarecilerin lüks hayatları ve baskıları Kazak gibi hassas insanları rahatsız eder. Yönetimin keyfi uygulamalarına ve zulümlerine şahit olan genç şair, daha çok, memleketini, tabiatın güzelliklerini, köy hayatını ve sevgilisini anlatan şiirler söylerken yavaş yavaş eserlerinde işlediği tema da değişmeye başlar.
Şair, Çar idaresi ve yerli Prenslerin hak ihlalleri ve yolsuzluklarından rahatsız olduğunu dillendirmeye, şiirlerinde işlemeye başlar. Eserlerinde dile getirdiği hususlar aslında herkesin şahit olduğu, fakat söylemekten çekindiği acı gerçeklerdir. Şair, böylece toplumda cari olan sömürü düzenine başkaldırmak suretiyle yoksul düşen halkın da sesi olur.
Geniş kitleler üzerinde tesirli olan Kazak’ın tenkitlerinden idare rahatsız olmaya başlar, onu susturmak, kendilerine bağlamak için çareler arar. Kumuk Prens Ebu Müslim Şavhal Yırçı Kazak’ı sarayına davet eder. Ona iltifatlarda bulunur, övgüler yağdırır. Kazak’a geri çevrilemeyecek meblağda maddi tekliflerde bulunurlar. Şairden kendilerini ve Çar idaresini eleştirmekten vazgeçmesini isterler. Kazak, Şavhal’ın iltifatlarına aldırmaz, yaptıkları zulümleri sarayında da dillendirir. Onlara gittikleri yolun yanlış olduğunu söyler.
Görüşmeden istediği neticeyi elde edemeyen Şavhal, iktidarları için tehdit olarak gördükleri Kazak’ı yakın takibe alır. Saray, onu cezalandırmak için fırsat kollar. Kazak’ın yakın arkadaşı Atabey, Şavhal’ın cariyesini kaçırır. Bu hadisede Kazak’ın, Atabey’e yardım etmesi, onun hata yapmasını dört gözle bekleyen sarayı harekete geçirir. Kazak bahsedilen gerekçe ile tutuklanır ve Sibirya’ya sürgüne gönderilmek üzere Rus makamlarına teslim edilir. Kumuk Prens tarafından Ruslara teslim edilmesi şaire çok dokunur. Sibirya yolunda yazdığı şiirinde kendisini tutuklayanlara seslenir:
Sarı yağ olup erir, gider yağımız,
Hanımız bizi sarı Rus’a bağlayıp verdi.
Hanlarımız bizi bağlayıp verdikten sonra,
Bize şimdi kim sahip çıkar?
Şair, Sibirya’ya gönderildiğinde 25-30 yaşlarındadır. Bu süreçten sonra onu Dağıstan’dan başlayıp Sibirya’ya kadar sürecek çileli ve tahammül sınırlarını zorlayan bir yolculuk bekler. Elleri ve ayakları zincirle bağlanır, bin bir türlü hakaretlere ve tahkirlere maruz kalır. İnsanı canından bezdiren yedi ay sürecek zorlu yolculuğa katlanmak zorundadır.
Uzun ve çileli yolculuktan sonra bu defa yolculuk sırasında çekilen sıkıntılara rahmet okutacak çileli Sibirya günleri başlar. Sibirya’da şair çoğu zaman ümidini yitirir, kendisini çaresiz hisseder. Onun bu vetirede tek teselli kaynağı coşkun bir çağlayan gibi kaleminden süzülüp gelen, ruhundaki isyanı dindiren, zulmün söz elbisesine bürünüp kâğıt üzerine dökülen mısralarıdır:
Asker gibi dizip oynattılar,
Dil berbat, diş ağrır, dert çektirdiler.
Kazan gibi bizi kaynattılar,
Can ağalar siz dua edin.
Hayatının ve sanatının ikinci dönemi diyebileceğimiz Sibirya’daki sürgün yılları onun sanatında zirveye çıktığı dönemdir. Şair, sürgünde birbirinden güzel eserler ortaya koyar. Hasreti ile yanıp tutuştuğu ailesi, dostları ve vatanı Kazak’ın eserlerinde biteviye ele aldığı temalardır. Yurduna olan özlemini terennüm ettiği mısralar yürek dağlar. Şairin sılaya vasıl olmasına sadece Çar idaresi engel değildir; âdeta, tabiattaki her unsur onun aleyhinde ittifak etmiş gibidir. Dağlar, ırmaklar sanki onun yurduna dönmesini engellemek için söz birliği etmiş de karşısında durmaktadır:
Azrail can alınca gidelim,
Aziz insanlara aksayarak ulaşalım.
Aksayın önü de Anadol nehri,
Buradan atlayıp nasıl geçelim?
Terek de yaslı, derin nehir,
Geçmeye kalkmak faydasız, ne yapalım?
Bunu yapmaya güç de yok tâkat de,
Ah çekmekle dertler bitmiyor.
Yüzler sararmış, dertler sayısız…
Şair, üç yıla yakın Sibirya’da sürgünde kalır. Sibirya’dan ailesine ve dostlarına sürekli manzum mektuplar yazar. Sibirya’nın soğuk günlerinde gönlünü, kaleme aldığı içli ve hasret dolu mısralar ısıtırken nameleri dinleyenin gözyaşlarını akıtacak evsaftadır. 1855-1858 yılları arasında yazılan mektuplar yaşlı babasına ulaşır. Bahsedilen mektuplar daha sonra unutulur, uzun süre hiçbir kaynakta yer almaz.
Kazak’ın mektupları, yazıldıktan bir asır sonra, 1953 yılında bulunur. Vahab Zahirov, Heli köyünde bulunduğu bir gün köyün sakinlerinden birisi elinde balmumuna sarılı bir tomar kâğıtla çıkagelir. Kendilerinin bu yazıları okuyamadıklarını, yıllardır evlerinde bulunduğunu söyler. Arap alfabesi ile yazılı metinlerin ilk sayfalarını Zahirov okur, fakat Arapça dualar olduğu için anlayamaz. Girişteki dua kısmından sonra Kumukça ‘’Sizden sağ olarak ayrıldık’’ mısralarına geldiğinde metni anlamaya başlarlar. ‘’Kazak’ıma kara kaygı değdi’’ dizelerini okuduklarında metnin Yırçı Kazak’a ait olduğunu anlaşılır.
Metni okuyan Zahirov, mektupların Heli’ye nasıl geldiğini araştırır, köyün en yaşlılarından İdris Muhammet’e Kazak’ı sorar. İdris Muhammet, Yırçı Kazak’ın babası Tatarhan’ı tanıdığını ve hocası Akay Kadı’yla medresede belli aralıklarla görüştüğünü söyler.
İdris Muhammet, Tatarhan’ın, Sibirya’daki oğlundan gelen mektupları, kendisi okuma yazma bilmediği için, Akay Kadı’ya getirdiğini ve ona okuttuğunu daha sonra arkadaşlarından öğrendiğini belirtir.
Akay Kadı, Tatarhan’ın izni ile mektupları çoğaltır. Bir nüshasını kendisinde alıkoyar. Diğerini de köyün ileri gelenlerinden birisine verir. Orijinali Tatarhan’da kalır. Akay Kadı’nın kendisindeki nüshalar hariç hepsi kaybolur. Akay Kadı, mektupları oğlu Abuhayra verir, o da Heli köyünden bir gençle evlenen kızına emanet eder. Heli köyünde bulunan ve bugün elimize geçen mektuplar, Akay Kadı’nın kendisi için ayırdığı nüshadır.
Kumuk edebiyatının ilk yazılı eserlerinden olan mektuplar, o dönemin hadiselerine ışık tutacak mahiyettedir. Aynı zamanda Kazak ilgili birçok malumatı bu belgelerden çıkarmak mümkündür. Kazak bir mektubunda dile getirdiği gibi güneşli bir günde arkadaşları ile birlikte sürgüne gönderilir. Tarihi namelerde resmi kayıtlara geçme ihtimali söz konusu olmayan işkence izlerini de görmek mümkündür:
Kazan gibi içimizi kaynatıp,
Katıksız kara peksimet çiğnetip,
At gibi arabaya koşup,
Dünyanın türlü azabını çektirip
En sonunda bağlayıp gönderdin,
En azılı gâvurun Sibirya denen yoluna
Genç şairin anne ve babası sürgüne gönderildiğinde, mektuplarından anlaşılacağı gibi hayattadır. Oğlundan gelen mektuplarla hasret giderirler. İşkence ve baskılara maruz kalan şair, kendisinden dolayı yaşlı anne ve babasının ıstırap çekmesine gönlü razı olmaz:
Anne babanı altmışında geride bırakıp,
Yetmişinde kaygı ile kocaltıp,
Koca dünyada göreceği günü yarım edip,
Bizim gibi giden nerede, kaç kişi var?
Kazak mektuplarında Sibirya’da yaşadığı sıkıntıları dillendirdikten sonra sık sık dostlarının dua etmesini, ancak kendisini duaların kurtarabileceğini ifade eder:
Asker cepkeni giydik diye ağlarım,
Siyah peksimet yedik diye ağlarım,
Çorbasına doyduk deyip ağlarım,
Can ağalar siz dua edin.
Şair, Sibirya’ya sürgüne gönderilenlerin akıbetinden haberdardır. Farklı coğrafyalardan buraya gelen birçok insanın çetin şartlara dayanamayıp vefat ettiğini bilir. Sibirya’da can vermesi durumunda dostlarından ruhuna ‘’Fatiha’’ okumasını ister:
Hasret kuşları Ashar dağına konsun,
O Ashar’ın yamaçları şenlensin.
Güzel kuşlar gün gibi, ay gibi olsun,
Ashar’ın yamaçlarında otlar yeşersin.
Dost ve kardeşe, eller toplanıp,
“Elham okuyup” hayırlısı olsun desinler.
Tarihi öneme haiz Sibirya mektupları şairin yakınlarını teselli etmesi yanında, bir dönemde Kafkaslarda binlerce insanın maruz kaldığı zulme tanıklık eder, Kafkaslarda cari olan baskı ve istibdadın boyutlarını gözler önüne serer.
Mektuplar her ne kadar Sovyetler Birliği döneminde bulunsa da birçok şiiri gibi mektupları da yasaklılar listesindedir ve sansürden payını alır. Bu dönemde hakkında geniş çaplı araştırma yapılamaz.
Mektuplar Hasan Orazayev’in eline geçer, Orazayev mektupları gözü gibi koruduğu şahsi kütüphanesinde muhafaza eder. Zengin bir kütüphane kuran Orazayev, Sovyetler Birliği döneminde mezarlıklara gömülmek suretiyle uzun süre toprak altında saklanan birçok el yazması eseri de köylerden toplar, tekrar ilim âlemine kazandırır. Kazak’ın mektuplarının fotokopilerini 1997 yılında kendisini evinde ziyaret ettiğimizde şahsi kütüphanesinden almıştık.
Kazak, Kumuk Prens Şavhal öldükten sonra Dağıstan’a döner. Memleketine dönmesi onu mutlu etmez. Bir taraftan cemiyetteki yozlaşma, hassas ruhlu şairi derinden yaralarken diğer taraftan da Şavhal’ın haleflerinin aynı minval üzere zulümlere devam etmesi onun mücadelesinin bitmediğini gösterir.
Bu süreçte baskı ve tazyiklerden bunalan şair, Petersburg’da Şarkiyat Fakültesi’nde görev yapan Muhammet Efendi Osmanov’a içini döker. Onunla hasbihal eder. Sık sık kendisi ile mektuplaşır. Toplumdaki çarpıklıkları ve yozlaşmayı manzum olarak dostuna anlatır:
Memlektinden sorarsan, yaparlar ticaret,
Zannedersin sözleri, yüz türlü avda.
Dükkanda, bağda, bahçede, pazarda,
Dünyalık kazanırlar, doymazlar Muhammet Efendi.
Şavhal’dan sonra iş başına geçen prensler şairi birkaç kez tutuklatır. Kazak önce Temirhan Şȗra’ya yerleşir, burada Şavhal idaresi kendisini rahat bırakmaz. Hasavyurt’un Batayurt köyünde yaşamasına izin verilir, köyde göz hapsinde tutulur.
Kazak kırk dokuz yaşına geldiğinde esrarengiz bir şekilde hayatına son verilir. Ölümü ile farklı rivayetler bulunmaktadır: Bir sabah erkenden köylüler tarlalarına giderken şairin cansız bedenini bir köprü altında bulurlar. Güya Kazak’ın nasıl ve kimler tarafından öldürüldüğü tespit edilemez. Bazı araştırmacılara göre Şavhalların görevlendirdiği kiralık bir katil Kazak’ı öldürür. Diğer bir görüşe göre ise şair tutuklanır, tekrar Sibirya’ya gönderilir. Sibirya’da 1879 yılında azap çekerek ölür.
Şairin vefatı ile ilgili farklı görüşler olsa da kim tarafından niçin öldürüldüğü aşikârdır. Kazak’ın hayatına son verseler de Kumuk edebiyatının temellerini atan ve kurucusu kabul edilen şair, eserleri ve fikirleri ile halkının gönlünde yaşamaktadır. Dünya durdukça da onun adı ve mücadelesi yaşayacağa benzer.
Erdal hocam size çalışma arkadaşlarınıza başarılar dilerim. Rabbim Muvaffak etsin inşallah
Yırçı Kazak ve niceleri. Mekanları cennet olsun. El fatiha