İnsan, zaman zaman hayatında dönüm noktası oluşturacak bazı hadiseler yaşar ya, öyle bir hadise birkaç kere benim de başımdan geçti. Onlardan biri kısaca şöyle oldu: Avrasya Yazarlar Birliği’nin (AYB), 2013 yılının Aralık ayında, Ankara’da düzenlemiş olduğu Türk Dünyası Hikâye Yarışması ödül töreni ve Türk Dünyası edebiyatı ile ilgili yapılacak bir dizi etkinlik kapsamında, Kırgızistan heyetine mihmandarlık ve tercümanlık yapmam için beni de davet etmişlerdi. Kırgız edebiyatıyla ilgilenen biri olarak, böyle bir davete hayır diyemeyeceğim için hazırlanarak yola çıktım ve Ankara’ya vardım. 

Heyette yer alanlardan Aydarbek Sarmanbet Bey ile 1994’lerden beri tanışıklığımız vardı. Gazeteci-yazar olarak Kırgızistan’da tanınan ve çalışmaları Türkiye’deki çeşitli dergilerde yayınlanmış, bir kitabı da Bengü Yayınları’ndan çıkmıştı. O yılki hikâye yarışmasında ikincilik kazandığı için, ödül törenine o da davet edilmişti. Uzun yıllardan beri görüşemediğimiz için kucaklaşıp hasret giderdik. Hâl hatır sorma faslından sonra, beni heyetteki diğer edebiyatçı ile “İşte, size çoktan beri sözünü ettiğim Kırgız İbrahim! Bizim, Türkiye’deki temsilcimiz.” diyerek tanıştırdı. Övgü dolu sözlerden mahcup olmuştum ama diğer yandan daha önce ismini çok kez duyduğum ancak henüz tanışamadığım ünlü bir şairle tanışmış olmanın sevincini de yaşamıyor değildim. Uzun yoldan gelmelerine rağmen 80 yaşına merdiven dayamış o edebiyat adamı, Kırgızların ünlü Halk Şairi Omor Sultanov’dan başkası değildi. Benim hayatımdaki dönüm noktalarından biri, işte o tanışmaydı.

O gün, ilk defa görüşüyor olmamıza rağmen, sanki uzun yıllardan beri tanışıyormuşçasına ya da ağabey ve kardeşmişçesine birbirimizle kaynaştık. Ben, çoktan beri o yaşlarda bir edebiyat adamıyla sohbet etmediğim için, vakit epey ilerlemesine rağmen uzun yoldan gelen Omor Sultanov’u sorularımla yormuştum. Sohbet sırasında, Kırgız edebiyatının günümüzde önemli temsilcilerinden ve aksakallarından birisi olması hasebiyle, sorduğum her soruya tatmin edici cevaplar almanın sevincini yaşamıştım. Düşünün bir kere, Cengiz Aytmatov, Aalı Tokombayev, Alıkul Osmonov, Hüseyin Karasayev gibi her biri Kırgız edebiyatının birer çınarı olan çok sayıda edebiyat insanıyla ilgili, birinci ağızdan bilgi verecek biri duruyordu karşımda! Omor Sultanov’a, kendi başından geçen olayların yanı sıra, yukarıda adı geçen edebiyatçılarla ilgili doyurucu şeyler de anlattırmış, o zamana kadar aklıma takılan ama soracak kimse bulamadığım birçok sorunun cevabını alma şansı yakalamıştım. Sohbetin bitmesini istememiştik ama ertesi gün yapılacak epeyce iş vardı programda. Gözlerimden uyku aka aka odama giderken, kendisini isteği üzerine, sohbetimizin bir kısmını kayda alamayışıma hayıflanmıştım.

İşin gerçeği, ben daha önce Omor Sultanov’un şiirlerini tercüme etmiş olmama rağmen, hayatı hakkında çok fazla malumat sahibi değildim. Daha fazla sayıda şair ve yazarın çalışmalarını tercüme edeyim de Türkiyeli okurlar haberdar olsun düşüncem olduğu için çok fazla dikkatimi de çekmemişti. İşte o gün onunla yüz yüze görüşerek tanışmış, dertleşmiş ve gelecekle ilgili düşüncelerimizi paylaşma fırsatı yakalamıştık. Ertesi günkü programda ilerleyen yaşına rağmen, gayretiyle herkesi şaşırtmıştı. Diğer ülkelerden gelen edebiyatçıların bir kısmının önceden tanıdığı için saygı gösterdiği, bir kısmıyla da yenice tanışıp kaynaşacak kadar arkadaş canlısı biriydi. Zaten eserleri birçok dile çevrilen bir şairdi Omor Sultanov. O iki günlük program bitip de ayrılırken, bana “Can Bereli Süyüügö” (Can Verelim Sevgiye) adındaki şiir kitabını hediye etti. Geçmiş yıllarda Cengiz Aytmatov, Hüseyin Karasayev, Süyörkul Turgunbayev, Murza Gaparov, Amantur Akmataliyev, Ramis Rıskulov, Abdıcapar Egemberdiyev gibi Kırgızların birçok ünlü edebiyatçısıyla bir arada bulunmuş, sohbet etmiş ve ellerinden kitaplarını aldıklarım olmuştu ama Omor Sultanov onlardan farklı bir görüntü sergiliyordu. Kendimi ne kadar mutlu saysam, yine de az gelirdi…

Bana hediye etmiş olduğu “Can Bereli Süyüügö” (Can Verelim Sevgiye) adlı kitabını okumaya başladım. Kitabın ilerleyen sayfalarında, “Çarçoonun Cüzünçü Irı” (Yorgunluğun Yüzüncü Şiiri) bölümü vardı ve adı üstünde o bölümde, ‘yorgunluk’ üst başlıklı ama ayrı isimlerle kaleme aldığı şiirler yer alıyordu. Kitabı okurken aklımdan şöyle geçirmiştim: Eğer ileride Omor Sultanov’la ilgili bir makale yazacak olursam, başlığını “Yorgunluğun Şairi” koyacağım. Kitabını tercüme edecek olursam da ismini “Yorgunluk Şiirleri” koyacağım. İşte o gün, beklediğim fırsat, onun Türk Dünyası’nda 2015 yılının edebiyat adamı seçilmesi münasebetiyle elime geçmişti. Ona ithafen çıkan Kardeş Kalemler Dergisi’nin nisan sayısında yer alan yazıma, hayalini kurduğum o başlığı koydum! 80. doğum yıldönümü için tercüme ettiğim 80 şiirden oluşan kitabına ise “Yorgunluk Şiirleri” ismini verdim. O kitabın tanıtımı, Ankara’da büyük bir katılımla gerçekleştirildi. Şiirlerini tercüme ederken de Omor Sultanov’un yaşı 80’e çıkmış bir edebiyatçı olmasına rağmen, 30’dan fazla şiir kitabı olan biri olarak, aslında yorulmak bilmeyen bir edebiyatçı olmasının yanı sıra, bir halk ve kültür insanı olduğunu da öğrenmiş oldum. Zira o, eserleri farklı dillere çevrilmiş ve birçok şiiri bestelenmiş bir şair; birkaç ülkenin şehirlerinin “fahri hemşehrisi”; türlü sosyal faaliyetlerin, derneklerin düzenleyicisi, katılımcısı ve başkanı olarak da tanınıyordu.

Sonraki yıllarda da Omor Sultanov ile irtibatımız devam etti. Kırgızistan’da Ala Too adlı edebiyat dergisinin genel yayın yönetmenliğini ve kendi adıyla kurmuş olduğu Uluslararası Şiir Akademisi’nin (UŞA) başkanlığını yaptığı için, Türkçeye çevirmek istediğim Kırgız edebiyatçıların eserlerinin temini konusunda destek oldu. Zaman zaman yol gösterdi. Bir süre sonra‘Kırgız edebiyatına katkılarından dolayı’ diyerek, bana Uluslararası Şiir Akademisi’nin ‘Akademisyen’ unvanını verdiler. O unvan, benim açımdan, o güne kadar yaptığım çalışmalara teşekkür babından olsa da aslında gelecek için omzuma büyük bir görev yüklemiş oluyordu. Omor Sultanov, gerek çeviri çalışmalarımı gerekse Kırgızca yazdığım şiirlerimi bir aksakal şair olarak el üstünde tutarak, bu tip çalışma yapanlara kol kanat gerilmesi gerektiğini de göstermiş oluyordu. 

2013 ve 2014 yıllarında, iki defa daha Eskişehir’de Türk Dünyası Yazarlar Toplantısı münasebetiyle bir araya geldik. Her ikisinde de onun edebî kişiliğinin yanı sıra, hayat tecrübesinden de kendime örnekler almaya gayret ettim. Her gelişinde yanında başka edebiyatçıları da getirdiği için onlarla tanışma fırsatımız da oldu. Bu vesileyle yeni edebiyatçı ağabeyler ve dostlar kazandım. Omor Sultanov, Kırgızistan’ın başından geçirmekte olduğu zor şartlardan dolayı, bir bakıma duraklama dönemini yaşamakta olan Kırgız edebiyatının nefes almasını sağlayacak çalışmalar yapıyor, Türk Dünyası’ndan gelen edebiyatçılarla bağlantı kurmaya gayret ediyordu. Toplantılar sırasında sunduğu teklifler sonuç bildirilerinde yer alacak kadar el üstünde tutuluyor, ona başköşede yer veriliyordu. 

2014 yılının Temmuz ayında ve 2015 yılının Haziran ayında Kırgızistan’a gelince, ilk yaptığım şeylerden biri de Omor Sultanov’la buluşmak, edebiyatçıları ziyaret etmek ve o zamana kadar tercümelerimin yayınlandığı dergileri ve tercümemle çıkan kitapları takdim etmek oldu. Kendisiyle memleketi (benim de memleketim olarak gördüğüm) Isık Göl’de ve Bişkek’te buluştuk. Isık Göl’ün başkenti Karakol’a yakın Irdık Köyü’nün yukarısında yer alan Irdık Vadisi’nde edebiyat adamlarıyla, doğanın kucağında, Kırgız sofrasında, yine başköşede o olmak üzere, derin sohbetlere daldık. Aslında o anlatıyor, bizler ise dinliyorduk. Gerek başından geçen ilginç olaylardan, gerek Kırgız edebiyatının dünü, bugünü ve yarını hakkındaki meselelerden, gerekse kendi şiirlerinin hikâyelerinden oluşan geniş bir yelpazede, bize tadı damağımızda kalan şeyler anlattı. Onun, o dere kenarında yaptığı sohbette şunu anladım ki Omor Sultanov, Kırgızistan’ın ücra bir köyündeki insanlardan, dünyanın herhangi bir ülkesinde yaşayan insanlara gönderebilecek mesajlar bulmayı başarmış bir edebiyatçıydı.

2016 yılında ben Kırgızistan’a geldikten sonra da, Omor Sultanov ile irtibatımız devam etti. Türkçeye tercüme ettiğim ya da Kırgızca olarak çıkan kitaplarımın tamamının tanıtım gecelerine katılıp destek verdi. Benim “Kırgız dili madalyası” ile Kırgızistan Yazarlar Birliği’nin “Onur Üyeliği” almam dolayısıyla düzenlenen gecelere katıldı. Şu sözü her zaman aklımda: “İbrahim, biz Kırgızistan Yazarlar Birliği’nin normal üyesiyiz. Sen ise “Onur Üyesi” olan iki kişiden birisin (Diğer üye ise ünlü Kazak yazar Muhtar Şahanov). Bundan dolayı derecen bizden yüksek. Ona göre ha!” Buluştuğumuz zaman, ilerlemiş yaşına rağmen kullandığı arabasıyla beni sağa sola götürecek kadar alçak gönüllü olan Omor Sultanov, 2020 yılındaki korona salgını öncesi ameliyat olmuştu. Akabinde iki defa daha ameliyat oldu. Bir kere evinde ziyaret edip geçmiş olsun dileklerimizi ilettik. Pandemi sürecinde, sağlığı sıkıntıda olduğu için maalesef sadece telefonla irtibat kurabildik. En son girdiği ameliyattan çıkamayarak 3 Nisan 2022 tarihinde, 87 yaşında hayata gözlerini yuman Omor Sultanov’un cenazesine de katılarak son görevimizi yerine getirmeye çalıştık.

O, Kırgız şiirinin Cengiz Aytmatov’u olarak, Türkiye’de de çok tanınan bir şair konumuna yükselmeyi çoktan hak eden bir şairdi. Gönül isterdi ki onun bütün şiirleri Türkçeye tercüme edilip okurlara ulaşsın ama şartlar gereği bunu şimdilik gerçekleştirmek zor. Buna rağmen ilk şiirlerinden son şiirlerine kadar değişik yıllarda yazdığı 80 şiiri tercüme ederek, 80. yaş gününe ithafen yayınlanmasına vesile olduğum kitabın, Türkçe olarak yayınlanan ilk ve tek kitap olmasının haklı gururunu da taşıyorum. Omor Sultanov’a bir kere daha Allah’tan rahmet diliyorum.

Aşağıda Şair Omor Sultanov’un tercüme ettiğimiz şiirlerinden örnekler yer almaktadır:

Isık Göl 

Rüzgâr estiğinde seyran kurarak,

Dalgalar kıvrak kıvrak oynaşır.

Kuğu gibi kanatlanan bulutlar

Göl üstünde sezdirmeden dolaşır.

Isık Göl, yaşama sevinci gibi şen,

Aşk şarkıları gibi hisli…

.

Geceleyin git de güzelliği gör:

Dolunay yüzüyor, gizliden.

Çoban Yıldızı, deniz kızı kadar alımlı;

Görenler gözünü alamaz kendinden.

Isık Göl gençlik neş’esi gibi doyumsuz,

Sevginin şiiri gibi içten…

.

Gökten göz kırparak yağan yıldızlar,

Işıltısıyla derinlere dalar. 

Sabırsızca yüzen balıklarını 

En güzel hediye yerine sunar.

Isık Göl, hayatın tadı gibi eşsiz, 

Damardaki kan gibi hareketli…

.

Martıların bırakmadığı çığlıklar 

Tam öğle vakti Göl’de yankılanır. 

Kızlar kar gibi kuğularını uçurunca

Arkalarında kahkahalı gülmeleri kalır. 

Isık Göl, yaşama sevinci gibi şen,

Aşk şarkıları gibi hisli…

İhtiyarlar

Ağlasam ya da gülerek gezsem 

Her zaman benimledir onlar. 

Sokak ortasında teselli ile 

Saçımı keserdi o ihtiyarlar.

.

Bazen terkilerine ya da kucağına alıp 

Bir yere varıp yeniden geliyorken, 

Hiçbir zaman öfkelenip azarlamadılar, 

Saklanıp atlarını onca ürkütmeme rağmen.

.

Onlarda Ala Dağ gibi yüceydi saygı

Ufak tefek meseleleri görmezlerdi. 

Atışmalarda yenildikleri zaman, 

Atlarını, yenene vermekten çekinmezlerdi.

.

Onlarda yanılmaz terazi adaleti vardı, 

Dinlerlerdi bir çocuktan bile fikir olunca. 

Görünürdü gözlerinden uzaklar, 

Bir defa dikkatlice ufka bakınınca.

.

Huyları yorulmak bilmeyen çocukluktan, 

Varlıklarıyla sanki yok olmayı siliyorlar. 

Bildiğim onca ilginç ihtiyarlar  

Gözlerden ırak, kaybolup gidiyorlar. 

.

Hayatı ne şekilde yaşarsan yaşa 

Göz açıp kapatacak kadar durmaz devranlar. 

Aldılar geçenlerin yerini halk içinde 

Huyu suyu başka olan o ihtiyarlar.

Kıvranırım

At sürüp ekin arasından

Vadi boyunca giderken.

Yaylanın serin havası

Şımarırcasına eserken.

Gönlüme dolan gül kokusu

Tatlılığı ile büyülerken.

.

Aşuu Tör ile Çolok Tör

Ararım sizleri özleyip.

Açan rengârenk güllerinizi

Yakama dizerdim sevinip.

Şarkı söylersem bölüşürdü

Zirvenizden yankı geri gelip. 

.

Dağlarda geçti çocukluğum

Çelik çomak oynardık.

Bir günde on defa darılsak,

Yeniden barışmaya doymazdık.

Kovalamaca halinde

Taylarla yarış yapardık.

.

Hep böyle geçen günlerim,

Gittikçe uzaklaşıyor yanımdan.

Kıvranırım veda edemeden

O kıymetli yaşıtlarımdan.

Doyamadığım onca günleri

Zaman kopartır bağımdan.

Senin Hakkında 

Hava durumu yarın değişecek,

Durmaksızın gece boyu yağmur iniyor.

Seninle ilgili bir şey biraz korku vererek

Sessiz harflerle bana şunları diyor:

.

Eski hastalığı nüksederek ayaklarının,

Yüreğindeki düşler yavaş yavaş solacak.

Uykun kaçar… Ondan kurtulmak isterken,

Birazcık rahatlamaya özlemin olacak.

.

Hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden,

Okumaya başladığın Turgenev elinden düşecek.

Belki de bir hastaneye gitmen gerekiyordur,

O zaman doktor kim bilir neler söyleyecek.

.

İstesen de istemesen de omzunda görevdir,

Yürümen gerek kendi kendine gayret vererek.

Bende alışkanlık yapsa da gönül sancısı,

Düşünürüm seni, yüreğimi teselli eyleyerek. 

Sevdiğim 

Sevdiğim, seni her an yüreğimde

Atamam, nere gitsem taşıyorum.

Geceydi.. ışık saçtın hayatıma

Artık ben aydınlıkta yaşıyorum.

.

Gam-keder uçup giden kuşlar gibi

Gittiler sen gönlüme girdiğinde.

Irmağa benzeyerek coşar gönlüm

Gözlerin her aklıma geldiğinde.

.

Hüzünden uzak geçse bir gün bile

Sevdanın som tahtına kurulurum.

Ama sen üzülürsen, gök kararır

Sonbahar dalı gibi savrulurum.

.

Üzülme, eğer bana acıyorsan

Karanlık çöker tekrar yüreğime…

… Kollarım açılmaz hiç başkasına

Kuş gibi sen konmadan tüneğine. 

Esengul

Çocukluk acep nerde kaldı,

düşüncesi oluşur

bazen bende.

Köyümüzün en kenarında

tavşan yutan bir yılan gibi duran

tek başına bir mezar vardı…

.

Esengul 10-A’da 

birlikte okuduğumuz arkadaştı,

akıllıydı ne kadar da?!

Bir keresinde birlikte geziyorduk,

akşama doğru

küçük küçük tepecikler oluşturan

mezarların yanına 

geldiğimizde

“Biliyor musun,

ben yakında öleceğim.” demişti. 

.

Yok idi yanımızda başka kimse

bedenim ürpertiyle kaplanarak

kala kaldım:

-Ne! Esengul? Ne diyorsun?..

Esengul vefat etti,

dediği gibi

bir yıl olmadan

Son anında da sakinleşerek olabildiğince.

.

Demiş ki:

“Komsomol arkadaşlar, hoşça kalın”

Esengul’da hastalık çoktu

hem de ciğerlerinden.

Esengul, çok akıllı bir çocuktu.