Yazıyla az buçuk haşır neşir olanlar bilir ki bir metni yazmak onu okumaktan kat kat fazla vakit alır. Bir şeyi yazabilmek için belki 50 kat okumak gerekir. İki sayfalık yazı on dakikada okunur. Ancak iki sayfalık bir metnin kaleme alınması belki on saat sürer. Yazılar, dijital olarak yayımlanmadan önce sayfamız dar diyerek kısaltılması istenirdi. Şimdilerde artık sayfa meselesi yok ama bu sefer yazarların karşısında daha büyük bir mani var: Okunmamak. Yazı yazmak önceden ciddi anlamda zor bir meseleydi. Önce fişleme yapılır, sonra yazılacaklar fişlere geçirilir, paragraflar sıraya konulur ve müsveddeler el yazısıyla temize çekilirdi. Ardından hata yapma lüksü olmadan daktilo ile yazılır ve daktiloda yazılan tomar tomar kâğıt matbaaya giderdi. Sonunda da formaların harf dizimi yapıldıktan sonra keçeli teksir makinesinde çoğaltılırdı. Formaların dikiminden sonra ciltleme ve traşlamayı da unutmamak lazım. Bütün bu zahmetlerin geride kaldığı günümüzde yazarların pek tabiidir ki insanlardan daha fazla okumasını beklemesi gayet normal. Çünkü yazı okunmak için var.
Editörler yazılara önceleri sayfa sınırı koyarlardı. Zamanımızda karakter veya kelime haddi belirleniyor. Yazı kısaysa sıkıntı değil ama uzunsa kelime limiti hep aşılmış oluyor. Editör veya eskimeyen adıyla musahhih yazının kıymetli olduğunu, emek verildiğini, çok beğenileceğine inandığını ifadeden sonra sözü döndürüp dolaştırıp kesilebilecek yerlerinden kısaltılmasına getiriyor. Değişmez gerekçe her daim tıpkısının aynısı: Okuyucu uzun yazılardan sıkılıyor. Hiç düşünüyor musunuz o metnin kuvveden fiile çıkana kadar hangi safhalara uğradığını, kaç defa cümlelerinin değiştiğini, kaç defa imla ve noktalama kontrolünden geçtiğini, kaç defa tashih edildiğini? Haydi bunlar bitti diyelim. Yazı dijital ortamda yayımlanacak diye biraz daha resim bulalım, haydi bunu seslendirelim, videosunu hazırlayalım işleri başlıyor. Bütün bunlar da yazının kelime sayısını doğrudan etkiliyor. Sonuçta da dergi editörü “Az daha kısalt.” diyor hâliyle. O an sanki hocasının verdiği vazifeyi yapıp getirmiş ama beğenilmemiş sıbyan mektebi talebesi gibi omuzları düşüyor yazı sahibinin.
Eskiden insanımız okumaz dinler denirdi. Bugünlerde ise okumaz dinler sözü okumaz seyreder oldu. Bilgi çok çabuk güncellendiği gibi haber de çok hızlı tüketiliyor. Yanlış da olsa ilgi çekeceği düşünülen haber ve yorumlar, “Nasıl olsa yarın unutulur.” denilerek kimilerince sürülüyor insanların önüne. Emek ve fikir eseri ürünler bu basitliğin yanında garip, daha doğru tabirle çok ağır kalıyor. Çözüm nedir? Alt yazılı video mu, sesli okunmuş yazı mı, her ikisi de mi? Bilemiyorum. Zamanla görülecek. Su akacak ve yolunu bulacak.
Nice sanatın öldüğü ve ölmeye yüz tuttuğu günümüzde diğer taraftan da eskiden hiç olmayan grafik, grafiti, endüstriyel tasarım gibi yepyeni el sanatları ve güzel sanatlar ortaya çıktı. Bunları yapanlar da sanatkâr hiç şüphesiz. Peki bu noktada yazılı edebiyat nasıl bir noktaya evrilecek? Bu sualin yanıtı için eskiyle yeninin arasında bir noktadayız henüz. Ne tam dijitalleştik ne de tam kâğıtta kaldık.
İnsanlar okumuyorsa edebiyat ölecek mi o zaman? Söz buradayken fikrimce insanlar konuşmaya ve anlaşmaya devam ettikçe sözün güzeli ve özeli de var olmaya devam edecektir. Kim bilir, ne şekilde ve nasıl olacak? Zaman en büyük âlimdir. İnsanoğlunun eli ve dili oldukça, adına edebiyat dediğimiz sanatı üretmeye ve göz ile kulağa sahip oldukça da bu üretime meyyal bir tüketici olmaya devam edecektir. İnsanın içindeki iyiyle güzele olan beğenme ve takdir hisleri yaratılışının bir parçası değil mi?Bu yazıyı okuyanlar düşünebilir: Yazılar daha ne kadar kısaldıkça kısalmaya devam eder, bu kısaltma nerede durur? Bu sorunun cevabının ipuçları görülmeye başlandı bile. Bazı internet sayfalarında yazıların ortalama okunma sürelerinin yazıldığını görmüşsünüzdür. Bu daha da genişleyebilir. İkincisi insanlar okumuyorsa ne yapılabilir? Bu durumla ilgili sesli kitaplar çıkıyor ne zamandır, ayrıca gazete köşelerini isteyenler sesli dinleyebiliyor. Üstelik artık okuma programları da var. İstenen yazıyı okumak zor geliyorsa anlık olarak dinleyebiliyorsunuz. Araştırma için kitabın tamamını okumak istemeyenler için “Ara bul” imkânı da var. Bence günümüzde yazı okumaya vaktim yok, okumaktan sıkılıyorum, gözlerim yoruluyor gibi bahanelerin hepsi için çözüm mevcut. Cehalet eskiden kitap almaya para bulunamadığından, okula gidilemediğinden olurdu. Cehalet artık insanın vicdanında. Okumak isteyenle okumak istemeyeni insan iradesi ayırıyor. Eh, artık bunca sözden sonra siz de bu yazıyı okumuş, seyretmiş ya da dinlemiş durumdasınız. Çünkü yazının sonuna geldik. Hayatınızdan bu yazıyı okumak için sadece üç dakika kadar ayırdınız.
kısaca…:))