Sabahın henüz gürültüsüz, hâlâ içe dönük olduğu o saatlerde, arkadaşları otel odasında uykudayken, delikanlı çoktan uyanmıştı. “Tarihî alanda biraz yürüyüş ve keşif yapar, sonra da kahvaltıya yetişirim.” düşüncesiyle kendini dışarıya attı. İçinde hafif bir heyecan vardı; çocukluktan kalma yeni yerler görme, yeni şeyler öğrenme heyecanı. Bilmediği bir yerin sokaklarında kaybolmanın, tarih denen şeyin tenine dokunmasının heyecanıydı bu.
Sırt çantasını usulca omzuna alıp kimseyi rahatsız etmeden odadan çıktı. Asansörle otelin garajına indi ve arabasından kamerayı aldı. Kapıdan çıktığında hava ne serindi ne de sıcak. Gökyüzü biraz donuk ve sisli, rüzgâr hafif bir tedirginlik fısıldıyordu. Yağmur yağacak gibi bir hava vardı.
Hafta sonu tatilinden olabildiğince faydalanmak istiyordu. Yolunu rastgele seçmişti. Elinde turistler için hazırlanmış bir broşürle etrafa bakınarak ilerliyordu. Sokağın sonunda, eski duvarların arkasında, biraz büyükçe avluya benzer bir yer ilişti gözüne. Avlunun sol köşesinde, taşlarla örülmüş daire şeklinde bir yükselti vardı. Oraya yaklaştığında üç basamakla çıkılan bu taş düzlüğün, bir idam alanı olduğunu belirten bir tabela gördü. Son idam, yaklaşık iki yüzyıl önce, 1817’de gerçekleşmişti. İnfaz, yerel mahkemenin kararıyla, kılıçla yapılmıştı. Eğer idam edilenler sahipsizse bu alana defnedilirmiş. Bu bölgede idamı gerçekleştirmeyi kabul eden biri olmadığı için yabancı cellatlar getirilirmiş.
Taşların üzerinde dolaşırken ruhunu sıkıştıran garip bir duyguya kapıldı. Tarihin geride bıraktığı acı, âdeta kendine özgü bir büyü gibi çöreklenmişti avluya.
Hemen yanı başında bir ibadethane vardı. İçine on kişinin bile zor sığacağı kadar küçük bir mekândı burası. Taş duvarları öylesine özenli oyulmuştu ki büyük bir ibadethanenin minyatürü gibiydi. Kutsal olanın özünü taşıyan bir yapıydı. Bir yanda idam, öbür yanda dua. Ölümle ilahilik, yan yanaydı.
Buranın, ibadethanenin duvarına asılmış olan panoda, hükümlünün son arzunu ya da son ibadetini yerine getirmesi için ayrıldığı yazıyordu.
Kapının üzerindeki işlemeli taş panoda ise şu cümle yer alıyordu: “Sonsuza giden yolu, Rabbinden öğren.”
Bir an duraksadı. Kulağında rüzgâr değil, hafif bir fısıltı vardı sanki. Elini kapının koluna uzattığında, kapı kendi kendine yavaşça aralandı.
Burnuna gelen ağır kokuyla yüzünü ekşitti. İçeride çürümüş bir zamanın kokusu vardı sanki. B Burası, nemli ve karanlıkla aydınlık arasında loş bir ortamdı. İlk adımı attığında zemine değil de sanki başka bir şeye basmıştı.
Sonra karaltılar seçildi.
Bu daracık yerde beş kişi yatıyordu. Hepsinin de saçları dağınık, yüzlerinde kirle karışık bir yorgunluk ve bir tür zamansızlık vardı. Sanki tarihin dehlizinden henüz gün yüzüne çıkmışlardı. Biri gözlerini açtı, sonra öteki, derken diğerleri…
Delikanlı ürpertiyle bir adım geri attı. Gözlerinden korkunun ötesinde daha derin bir şey okunuyordu: İnkâr edemediği bir gerçeklik.
O an, kapı sertçe kapandı. Geriye döndüğünde kapıyı kapatan kirli ve dağınık saçlı adamla göz göze geldi. Çıkmak için elini kapıya attığında güçlü bir el sırtından hızla geriye çekti.
Delikanlı, beklemediği bu durum karşısında çok korkmuştu; nefesini kontrol etmeye çalışıyordu.
İçlerinden iri kıyım olanı güldü: “Bir yenisi daha geldi!”
“Hepiniz böyle korkarsınız başta!” dedi diğeri.
Delikanlı bir şeyler söylemek istedi ama sesi kendi kulağına bile ulaşmadı. Çevresindeki yüzler, ona doğru eğildiler. Arkasındaki onu ileriye doğru itti. İki kişi sağ ve sol kolundan sertçe tuttu. Direndi ama nafile. Diğer iki kişi önünde duruyordu. Yüzlerinde alaycı bir tebessüm vardı.
Genç adam, bir taraftan ne olduğunu anlamaya diğer taraftan korkunun sarmalından kurtulmaya çalışıyordu. Öndekilerden yüzünde kesik izi olan esmer adam, bir anda onun kafasına hızla bir çuval geçirdi. Kısa süren bir arbede sonrası beş kişi, onu, ellerinin üzerinde kapıdan dışarı çıkardılar.
Çuval çok ağır kokuyordu, küflenmiş kan kokusu gibi. Gencin nefes alıp verişleri iyice kötüleşmişti. Eğer çuvalı başından çıkarmazlarsa oracıkta ölebilirdi. “Bırakın beniiiii!” diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Onun bu çırpınışları çevresindekileri kahkaha ile güldürüyordu.
Delikanlı, adamların elleri üstünde birkaç basamak çıkartıldı ve yere yatırıldı. Başı büyükçe bir kütüğe dayandı. Artık keskin bir korkunun pençesindeydi. O bu durumdan kurtulmaya çalışırken, elleri ve ayakları arkadan zincirle bağlandı.
Biri kulağına doğru eğildi: “Son dileğin nedir?”
Bu soru, tahminini gerçeğe dönüştürmeye yetmişti. Artık kaçınılmaz sonun başlangıcındaydı. Korku, yerini ümitsizliğe bırakmıştı. Neler yaşıyordu böyle? Oysa kısa bir süre önce yumuşacık yatağında mışıl mışıl uyuyordu.
Öfkeyle, “Çuvalı çıkarııın!” dedi. Çuval kafasından çıktığında, alanın etrafında birkaç kişinin toplandığını gördü. Kendisini izleyenlerin giysileri kaba kumaştan yapılmış, dikişli, düğmeli ve basit giysilerdi. İşlenmemiş deriden kalın iplerle bağlanmış basit ayakkabıları vardı. Yüzlerindeki ifadesizlik ise çok daha ilginçti.
O an, zaman durdu. Gökyüzü bir griliğin içinde kayboldu. O ise fal taşı gibi açılmış gözlerle etrafına bakınıyordu. Bu, kendi yazgısının bilinmezliğine doğrudan bakmanın korkusuydu.
Avlunun çevresindekiler giderek artıyordu. Evdeki işlerini bırakıp önlükleriyle gelen kadınlar, elleri ve yüzleri kirli adamlar… Büyüklerinin ellerinden tutan çocukların boş bakışları olacakların habercisi gibiydi.
Kafasını sağa çevirdiğinde, birinin merdivenlerden çıktığını gördü. Bu kişinin belinden yukarısı çıplaktı ve kafasına geçirdiği torbanın sadece gözlerine denk gelen kısmı delikti. Genişçe bir pantolonu ve ellerinde deri bileklikler vardı. Birisi büyükçe ve parlak bir kılıç getirerek ona verdi. Kılıcın bakımının çok iyi yapıldığı belliydi, sanki yaşayan bir canlı gibiydi.
Delikanlı, yalvar yakar hâlde feryat ediyordu ancak kimse onu duymak istemiyordu. Havadaki sis iyice koyulaşıyor, alanın çevresine toplanan insanların sayısı da gittikçe artıyordu. Kalabalığın arasında tanıdık yüzler vardı. Onlara doğru bakarak canhıraş feryatlarla yardım istedi:
“Natanael, Simon, Laura ne olur kurtarın beniii!”
Bu tanıdık yüzlerdeki boş ve anlamsız bakışlar onu şaşırtmıştı. Sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlardı. Zaten hiçbiri de cevap vermemişti. Herkes biraz sonra olacakları izlemek için bekliyordu.
Genç adamın ruhu çaresizliğin kıskacındaydı. Nefes almak bile onu boğulacak hâle getiriyordu. Ağzını kocaman açmış, sadece boğuk boğuk soluyordu. Vücudu titriyor, dudaklarından istemsizce ağız suları akıyor ve artık kendini kontrol edemiyordu.
Tecrübeli cellat, kendine olan güvenin verdiği rahatlıkla infaz emrini bekliyordu. Kalabalıktan belli belirsiz sesler duyuluyordu: “Hadi artık!”
Bu uğultular biraz daha arttığında idam alanında kıpırdanmalar başladı. Güçlü bir borazan sesiyle birlikte, taş yolda bir atın nal sesleri duyuldu. Delikanlı dâhil herkes oraya doğru baktı. Yaklaşan siyah atın üzerinde, kıyafeti ve görüntüsüyle heybetli bir adam vardı. Onun meydana girmesiyle bütün sesler bir anda kesildi. Bu önemli adam, sol elini havaya kaldırarak dört parmağını içe doğru büktü. Eli havada kısa bir süre öylece kaldı ve sonra başparmağı aşağıya bakacak şekilde elini çevirdi.
Bu hareketin bitiminde delikanlı, ağır ağır soluyan birinin nefesini iyice yakınında hissetmeye başladı. Delikanlı artık bağırmıyor, ağlamıyordu. Yalnızca titriyor ve üşüyordu.
Cellat, iki eliyle kılıcını havaya kaldırdı. Elleri ve ayakları arkadan bağlı olan delikanlı başını yukarıya doğru istemsizce çevirdi. Kılıçla göz göze geldi. Çelik kılıç, havaya kalktığında korkunç parlaklığı gözlerini kamaştırdı.
Kılıç hızla inerken, genç adam avazı çıktığı kadar bağırdı: “Hayııııııııır!”

Gerilimi ve çaresizliği hissettiren betimlemeleri çok yerinde ve güzel işlemis olan Adem hocadan azı da beklenemezdi elinize sağlık çok güzel bir yazı olmuş
Sonsuza giden yolu, Rabbinden öğren.’ cümlesiyle başlayan o gizem, hikâyenin sonundaki keskin ‘Hayııııır!’ çığlığına kadar içimi titretti. Mekânın ağırlığı, delikanlının çaresizliği ve zamanın kırılması öyle ustaca verilmiş ki okurken gerçekten oradaymışım gibi.. Çok güçlü bir atmosfer kurmuşsunuz; hikâye bitti ama etkisi hâlâ sürüyor. Kaleminize sağlık.
Hikâyeyi bir solukta okudum, gerçekten içine çekiyor. Gerilimi o kadar iyi hissettirmişsin ki okurken benim bile nefesim daraldı. Kalemine sağlık, çok etkileyici olmuş.
Bana göre gizemli bir hikaye olmuş.Sonucu merak ediyordum.İlginç bir şekilde sonlanmış.Yeni hikayelerinizi okumak için bekliyoruz.Sizlere muvaffakiyetler diliyorum.
Yine çok güzel olmuş üstad rabbim kalemine zeval vermesin hocam slmr
Çok bäyendim
Harika.
Heyecan veren, olayın içine çeken, düşündüren ilginç bir yazı…
Kaleminize saǧlık Adem hocam
Çok güzel bir hikaye tebrikler 👏👏👏
Heyecan verici ve ürpertici. Kaleminize ve ellerinize sağlık. Yine güzel bir çalışma.
Ellerine ve emeğine sağlık Adem hoca
Hocam devamı vardır umarım,en heyecanlı yerinde kesmişsin…eline emeğine sağlık