“Bu sefer bilinmeze değil yolculuğum. Bugüne kadar adressiz ve isimsiz yazdığım mektupların bu kez adresi belli. Adım aşikâr. Belki iyi dileklerimi koyamayacağım sonuna ama apaçık ortadayım, aşikârım görünmek istediğim kişi tarafından yok sayılsam da.”

Ellerini yer yer çizilmiş masada gezdirdi. Çiziklerinde dolaştırdı parmaklarını usul usul. Ne elleri çizgide ne aklı masadaydı. “Sen de eskidin be!” dedi. “Eskidin tüm sertliğine ve çalımına rağmen.” Yine uykusunu kaçıran, duvarların üstüne üstüne geldiği meşum anlardan birini yaşıyordu. Uyku hapını mı artırsa yoksa iki-üç gece üst üste hiç uyumayıp en azından bir gece deliksiz mi uyusaydı bilemedi. Mor halkaların ortasında kırpıştırınca acısı azalan kırmızı gözlerle oradan oraya koşturan yelkovana baktı. Zavallıcık çıkmaya çalıştığı dairede kısılmış kalmıştı. Kısır bir döngüdeydi ona göre.  

  Yeniden kalemi aldı yorgun küt parmaklarının arasına. “Yoruldum. Bu kelimeyi şu pek de uzun sayılmayan ama sayıları bir yana bırakırsak asırlık ömrümde defalarca kullandım. Saniyeyi saat, saatleri gün olarak yaşadım yıllarca. Küçük bir hapı ağzıma aldığımda hissettiğim hafif acı… Sonrasında gırtlağımı da yakarak geçen ve bütün vücuduma yayılan zehir… Daha nasıl anlatabilirim bilmiyorum yorulmayı. İyileşme umuduyla aldığım her yeni ilaç, ardından gelen mide, böbrek, bağırsak iflasları. Öyle bir şey yorulmak; içtiğin sudan, yediğin ekmekten, kokladığın çiçekten nefret etmek.  Sevmediklerimi değil sevdiklerimi de görmemek… Yoruldum.”

Bilmem kaçıncı defa gözleriyle deldiği duvara yeniden baktı. Hâlâ sararmamış, nemden kabarmamış beyaz yerleri vardı. Biraz hâli olsa kalkar oralara yazılar yazardı. Belki bir dörtlük belki bir mesaj ya da uyarı… “Ne yapamayacağımı bilmiyorum ama ne yapacağımı iyi biliyorum: Güzel yaşayamadım ama iyi ölürüm ben.”

Verdiği molalar daha fazla uzadı mektubun sonlarına doğru. Çünkü her kelime, her bir harf yoruyordu onu. Ama yazmalıydı. “Kulaklarımda kapımın açılma sesi olsun isterdim çınlama yerine. Kafamda bir inleme, beynimde sanki kuyu kazan, gürültülü bir kepçe… Dünyam her ne kadar dış seslere kapalı olsa da ben seslerimi taşıyorum her yere. Acılarımı, pişmanlığımı, korkularımı taşıdığım gibi. Vicdan azaplarım var. En çok da onlar ses yapıyor. Korkma, hiçbirine ortak etmeyeceğim seni! Sen her zaman olduğu gibi yalnız ve güvende olacaksın. Güvende ama yalnız.”

Karıncalanan ve hemen yorulan parmaklarını birbirine kenetleyip sıktı. Avuç içinin tersine gelecek şekilde kanırttı. Renksiz denilebilecek beyazlıktaki şekilsiz parmaklarına kan yürür gibi oldu. Parmak uçları hafif pembeleşip çok geçmeden hemen eski hâline döndü. Sarı olmak ve beyaz olmak arasında bir yerdeydiler. Tırnakların her gün düzenli olarak yendiği şekillerinden belli oluyordu. Bu hâlleriyle muhataplarına yalvarıyor, yer yer bağıra çağıra yardım dileniyorlardı. Bıkmışlardı en uçtaki kılcallara kadar.

“Gitmeye hazırım. Yıllarca süren bir hazırlanmaydı bu. Ben hazırlanmaktan başka hiçbir şey yapmadım. Erteledim, ertelendim, ertelemek zorunda bırakıldım. Yarın, haftaya, diğer ay, seneye, hele bir… Ben doğarken annem babam hazırlanmış. Doğduktan sonra ben devralmışım bu hazırlanmayı. Öyle bir iş ki bu! Biraz daha kalsam ne olur. Ben daha bir dağa tırmanmadım. Dağı bırakın bir kenara, daha ağaca çıkamadım. Yüksekten düşmedim, taş sektirmedim. Ayağım kuma değmedi, tuzlu suda yüzmedim. Çay içtim ama kahveyi tadamadım henüz. Gökyüzünü gördüm ama hep aynı göğe baktım. Yağmurda ıslandım ama kar nasıl bir şey? Anne sıcaklığını gördüm, annemin acısını da ama kavuşmak ne tür bir duygu? Ben daha hazırlanıyorum, gidemem.”

Midesine giren krampla iki büklüm oldu. Elini olanca gücü/güçsüzlüğü ile karnına bastırdı. Nefesi kesildi acıdan. Gözlerinden yaş geldi. “Keşke!” dedi. “Keşke gitmek bu kadar zor olmasaydı.”

Ertesi sabah odaya giren hemşire yatakta tortop olmuş bir ceset buldu. Açık kalmış gözlerini alışılmış bir el hareketiyle kapattı. Çoktan unutulmuş bir canlı yerine toprağa kavuşacak bir avuç et ve kemikti karşısında uzanan. Açık duran deftere bakıp dudak büktü. Elini korkak bir hareketle uzatıp yer yer eprimiş sayfaları karıştırdı. Son sayfaları okudu. Merakına yenilip okuduğuna bin pişman sitem etti hayata, kadere, şansına…