Çarlık Rusya’sının son dönemleridir. Çar idaresi altında bulunan birçok beldede yerli idarecilerin ve merkezi yönetimin keyfi uygulamaları insanları canlarından bezdirir. Tazyiklerin had safhaya ulaştığı dönemde mevcut yönetime alternatif olarak Bolşevikler boy göstermeye başlar. Bolşeviklerin insan haklarından inanç hürriyetine, inanç hürriyetinden ekonomik vaatlere kadar birçok söylemi bir anda herkesi heyecanlandırır. Çar idaresi tarafından dışlanan ve takibe uğrayan bazı Müslüman aydınlar, yeni rejimle birlikte herkesin ibadetlerini serbestçe yapabileceklerini, fikir hürriyetiyle aydınların özgürce kalem oynatabileceklerini dillendirmeye ve yeni sisteme övgüler yağdırmaya başlarlar.

Fakat gerçeklerin hiç de anlatılanlar gibi olmadığı Bolşeviklerin iktidara gelip yönetimi ele geçirmesiyle ortaya çıkmaya başlar. Aydınların derdest edilmesi, varlıklı ailelerin mallarına el konulması ve herkesin bir anda potansiyel suçlu ilan edilmesiyle birlikte insanlar hakikatleri görmeye başlar. Fakat iş işten geçmiştir. Süreçle birlikte birçok aydın halk düşmanı ilan edilir. Binlerce insan tevkif edilirken bir kısmına da Sibirya yolları görülür. Maalesef, birçoğu da idam edilir. Bahsedilen dönemde Sibirya, farklı ülkelerden sürgün edilen aydınların toplandığı bir mekâna döner. 

Kasvet ve korkunun kol gezdiği dönemde Azerbaycan ve Kırgızistan’da ileride dünya edebiyatına eşsiz eserler verecek iki çocuk Bahtiyar (1925) ve Cengiz (1928) dünyaya gözlerini açar. Nasıl bir dünyaya geldiklerinden habersizce büyümeye başlarlar. Rejimle tanışmaları uzun sürmez. Çocuk yaşlarında şahit oldukları hadiseler gelecekte kendilerini nasıl bir hayatın beklediğinin de işaretleridir. Bahsedilen dönemde tevkif, sürgün, idam gibi sözcükler, âdeta, kamuslardan fırlamış sokaklarda ölüm ve dehşet saçmaktadır. 

Mekânlar ayrı olsa da istibdat ve tazyiklerin hüküm sürdüğü her iki beldede de müşterek olan ayrılık, gözyaşı ve ölümdür. 

Tabii güzellikleri ve kendisine has ağzı ile Azerbaycan’da müstesna bir yere sahip olan Şeki’de dünyaya gözlerini açan Vahabzade, çocuk yaşlarında kendisini baskı ve tazyiklerin hükümferma olduğu bir dönemde bulur. Bahtiyar Vahabzade’nin yedi yaşında şahit olduğu hadiseleri kendisinden dinlemiştim. Körpe dimağına kazınan hadisenin tesirinden hâlâ kurtulamadığı ses tonundan ve heyecanından anlaşılıyordu: 

″1932’lerde, Kalhozların temelleri atıldı. Halk, topraklarını ve mülklerini ellerinden alan rejime karşı çıktı. Şeki’ye, gelen idarecileri şehre almadılar. İsyan eden halk şehri ele geçirdi. Bakü’de bulunan Sovyet askerleri isyanı bastırmak için Şeki’ye geldi. Şehir bir hafta boyunca, ayaklanan halkın elinde kaldı. Askerler halka ateş etti, birçok insan canından oldu. Sağ yakalananların bir kısmı zindana atıldı, bir kısmı da kurşuna dizildi. Kalan insanlar mücadelesini devam ettirmek için dağa çıktı. Dağdaki insanlara yardım edenler arasında dedem de vardı. Dedemin yardım ettiği ve desteklediği isyancılardan birisi de onun akrabalarından Kaçak Abbas’tı. Kaçak Abbas çok cesur bir insandı. Arkadaşlarıyla birlikte yüzlerce rejim askerini öldürmüştü. Rejim güçleri onun yanına yaklaşamıyordu. Bir gün onu dağda vurdular, arabanın arkasında sürükleyerek Şeki’ye getirdiler. Sürüklemekten elbiseleri yırtılmıştı. Askerler ölüsüne hâlâ ateş ediyordu. Halka; Bakın isyan edenlerin sonu böyle olur.’ diye Kaçak Abbas’ın cesedini şehirde sokak sokak dolaştırdılar. Gözlerimizin önünde yaşanan bu olay bizim kuşaktaki birçok insanın rejime karşı kinle dolmasına sebep oldu. Bu fecaat karşısında dayanamadım ve ağladım. Eve gittiğimde, amcalarımın hanımları, annem siyah elbiseler giymişlerdi. Dedemin yanına gittiğimde onun da gözyaşlarını tutamayıp gizli gizli ağladığına şahit oldum. Bu hadiseden sonra sisteme karşı kinle dolmuştum. Bana sık sık sorulan Sendeki bu derece rejim düşmanlığının sebebi nedir?’ sorusunun temelleri işte bu hakikatler altında yatmaktadır.”

Azerbaycan’da binlerce ocağa düşen ateşin, Kırgızistan’daki adreslerinden birisi de Aytamatov ailesidir. Moskova’da önemli görevlerde bulunan Cengiz Aytamov’un babası Törekul o gün işten eve erken gelir. Telaşlı ve tedirgindir. Hanımına acilen Talas’a gitmeleri gerektiğini söyler. Hanımı Nagima da kendisine “Beraber gidelim.” der. Törekul kendisinin Moskova’da kalmasının uygun olacağını, aksi takdirde ailecek tutuklanacaklarını, çocukların da esirgeme kurumuna verileceğini söyler (Ormuşev, 1993, s. 61).

Cengiz Aytmatov henüz dokuz yaşlarındadır. Bu konuşmadan sonra, soğuk bir günde, Kazan tren garı bir ömür boyu sürecek yürekleri dağlayan bir hicrana şahitlik eder. Cengiz Aytmatov, anne ve babasının hâllerinden başlarına gelen felaketin farkındadır: 

‘’Babam bizi Kazan garına götürmüştü. Tren orada, kapıları açık bekliyordu. Trende altlı üstlü ranzalar vardı. Babam bizi bu ranzalara yerleştirdi. Ve vedalaştı. Annemin nasıl ağladığını ve babamın kendisine nasıl güçlükle hâkim olduğunu görüyordum. Tren hareket etti. Babam uzun müddet pencerenin yanında koştu, bize el salladı. Ben ranzanın üst tarafında idim, her şeyi anlamıştım, en azından hissetmiştim. Bir daha birbirimizi göremeyecektik.’’ (Korkmaz 2002).

Aytmatov’un hisleri kendisini yanıltmaz. Birkaç gün sonra Törekul tevkif edilir. Tutuklandığında takvimler 1 Aralık 1937 tarihini göstermektedir. O günden itibaren ailesi, Törekul hakkında herhangi bir malumat alamadıkları gibi her yerde milliyetçi yaftası ile dışlanırlar. Devlet kurumlarının kapıları yüzlerine kapanır. Cengiz Aytmatov’un, kendilerine yapılan haksızlıklara tahammülü kalmamıştır (Dırkanbayeva, 2015, s. 174).

Aile birkaç kez Törekul hakkında bilgi almak için ilgili devlet kurumlara başvurur, fakat cevap alamazlar. Törekul tutuklandıktan 20 yıl sonra Törekul’un eşinin son yazdığı dilekçesine Harbi Komisarlık’tan “Eşiniz yargılandıktan sonra tutuklanıp, sürgüne gönderilmiştir.’’ Şeklinde kısa bir cevap gelir. İlgili kurum daha sonra 1957 yılında aileyi bilgi vermek maksadıyla görüşmeye çağırır. Törekul’un eşi Nagima çok heyecanlanır. Kızı Roza ile birlikte Törekul’u görmek ümidiyle yola çıkarlar. Binaya girmeleri ve çıkmaları bir olur. Ellerine tutuşturdukları resmî yazıda Törekul’un yargılanması neticesinde idam edildiği, daha sonra da aklandığı yazar. Aytmatov’un kız kardeşi Roza “Şafak Sancısı’’ kitabında o gün yaşananları şöyle anlatır: 

“Anamı görünce, beni tuhaf bir korku sardı. Hemen onu ayakta tutabilmek için koluna girdim. Gözyaşları yüzünü ıslatmış, hâlâ sessizce ağlıyordu. Dudakları tir tir titriyordu. Lanet olası bu kâğıt parçası ümidimizi bir anda paramparça etmişti. Bir an bağıra bağıra ağlamak geldi içimden. Ancak yanımda sendeleye sendeleye yürüyen, acı haberin şokunu henüz atlatamayan zavallı anacığımın yarasını deşmeyeyim düşüncesiyle kendimi zorla susturmuş ve bütün gözyaşlarımı içime akıtmıştım.’’ (Şahanov, 2002, s. 31).

İki aileyi temelden sarsan olaylar, iki çocuğun bilinçaltında derin izler bırakır, yaşadıkları hadiselerin yankılarını eserlerinde görmek mümkündür. 

Vahabzade, kaleme aldığı birçok eserinde Sovyet sistemini tenkit eder. Azerbaycan’ın İran ve Sovyetler Birliği arasında paylaşılmasını anlattığı “Gülüstan Poyeması’’ şairin Bakü Devlet Üniversitesi’ndeki görevine son verilmesine sebep olur. “Latin dili” şiirinde Azerbaycan Türkçesine Sovyetler Birliği döneminde biçilen role gönderme yapar. Hayatı boyunca birçok eserinde ve sohbetlerinde sistemi gizli gizli eleştirir. Bu dönemde hafiye faaliyetlerinin evlere kadar nasıl girdiğini “İki Korku’’ şiirinde kendisine has üslupla kaleme alır. 

Aytamotv’un eserlerinde de çocukluk döneminde yaşadıklarının iz düşümünü görmek mümkündür. “Gün Olur Asra Bedel’’ ve “Cengiz Han’a Küsen Bulut’’ eserlerinde Abutalip adlı karakterin yaşadığı sıkıntılar Aytmatov’un babasının başına gelenlerle benzerlik arz eder. “Gün Olur Asra Bedel’’ kocası tutuklanan ve çocuklarını yalnız büyüten Zarife, Aytmatov’un annesi Nagima’yı çağrıştırırken, “Beyaz Gemi’’deki anne baba hasreti çeken çocuk da Aytmatov’a benzer (Yılmaz, 1998, s. 48-49).

Aralarında kader birliği olan iki dost Sovyetler Birliği döneminde sık sık görüşür, dertleşirler. Bahtiyar Vahabzade’den dinlemiştim. Sovyetler Birliğinin en güçlü olduğu dönemde Moskova’da iki dost bir araya gelir. Aytmatov ve Vahabzade gecenin geç vakitlerine kadar sohbet ederler. Mevzu hep aynı konu üzerinde, mağduriyetler ve istibdat üzerinde döner dolaşır. Sohbetinin en can alıcı yerinde iki dost birbirlerinin gözüne bakarlar. Her ikisinin de aynı kökten gelen ana dillerinin olmasına rağmen kendi dillerinde konuşamadıkları dikkatlerini çeker ve üzülürler. Şikâyetlerini, icraatlarını sistemin hâkim kıldığı dilde anlatmaları eleştirmeleri her iki şahsiyete de ağır gelir. 

Fırsat buldukça görüşen iki dost birbirlerinin edebi çalışmalarını da yakından takip ederler. Vahabzade’nin 1983 yılında kaleme aldığı “Bir Geminin Yolcusuyuz’’ adlı eserine Aytmatov takdim yazar. Çağdaşı hakkında söz söylemenin çetinliğine dikkat çeken sözleriyle başlayan Aytmatov, Vahabzade’nin eserlerinin herkes tarafından anlaşılacak sadelikte olduğunu dile getirir ve şairin bir eserinden örnek verir: 

Yaşamak yanmaktır, yanasan gerek.

Hayatın manası, yalnız ondadır.

Mum eğer yanmazsa, yaşamır demek,

Onun da hayatı yanmağındadır.

Zengin Azerbaycan edebiyatında yer edinmenin ancak yeni şeyler söylemek suretiyle olabileceğine vurgu yapan Aytmatov, Vahabzade’nin ele aldığı mevzuların güncelliğine ve toplumu ilgilendiren meselelere bigâne kalmadığına vurgu yapar: 

“Âlemde bizi kuşatan ne varsa şairi derinden düşündürür: Hayır ve şerri, güzellikle çirkinliği, büyükle küçüğü, kısaca insan ruhunun süfli ve yüce duygularını payeziya seviyesinde ele alma duygusu Bahtiyar’ın fıtratında vardır.’’

Aytmatov, gazete ve dergilerde birçok şair olduğunu, onlardan çok azının insanlara ilham kaynağı olabildiğine dikkat çeker. Yalnız kalıp da “İnsan nedir?’’ sualini kendimize sorduğumuzda sözü; mana, fikir, ruh ve nefesten yoğrulmuş şairler, imdadımıza yetişir, hislerimize âdeta kanat olur, der ve Vahabzade’yi o şairler zümresinde görür (1995, s. 187-190).

Vahabzade’nin gözünde Aytamtov vatanperver bir şahsiyettir. Onun büyüklüğünü vatanına bağlılığında gören şair, “Oganok’’ dergisinde kendisi ile yapılan röportajı okuduğunu ve fikirlerine katıldığını dillendirir. Aytmatov, röportajında Isık ve Aral gölünün kurumasına dikkat çekerken bugün dünyada birçok dilin farklı sebeplerden dolayı yok olma eşiğine gelmesinin, en az Isık ve Aral gölünün kuruması kadar insanlık kültür mirası açısından önemli olduğunu söyler. Vahabzade dostuna hak verir. Kendisine, ana diline bigâne kalanları tenkit ettiği “Ana Dili’’ şiirini hatırlatır:

Siz ey doğma dilinde danışmağı ar bilen,

Bunu iftihar bilen,

Fasonlu edebazlar,

Ruhunuzu okşamır koşmalar, telli sazlar.

Bunlar bırak menim olsun,

Ancak vatan ekmeği size kanım olsun.

Vahabazde dostu için ‘’Beni Aytmatov’a bağlayan en önemli bağlardan birisi onun duyarlı, hassas bir mizaca sahip olmasıdır. O, XX. yüzyıl dünya edebiyatında ilk sıralardadır.’’ der (Vahapzade, 1989, s. 111-112. ).  

Sovyet döneminin baskı ve tazyiklerinin en yoğun olduğu dönemde dünyaya gelen ve rejimin soğuk yüzünü gören iki edip, bütün menfi şartlara rağmen, dünya edebiyatına ölümsüz eserler kazandırmakla kalmamış, zorlu şartlar altında fikirleri ve eserleriyle, kardelenler gibi, mağdur milletlerine ümit kaynağı olmuştur. Dünya devam ettikçe eserleri ve hayatları birçok insana ilham kaynağı olmakla kalmayacak, aynı zamanda mümtaz kişilikleri de hep saygı ile anılacaktır. İki dostun zorlu mücadelesini hatırlayınca insan kendisine, ölümsüz eserlerin neşet etmesi ve kök salması için en mümbit ortam, baskı ve istibdatın hüküm sürdüğü mekânlar mıdır? sorusunu sormadan edemiyor.

Kaynaklar

Korkmaz, R. (2002). Cengiz Aytmatov ile Hayat ve Edebiyat Üzerine  Söyleşi. https://9lib.net/article/cengiz aytmatovun-hayati-eserleri ve sanatı (14.02.22)

Dırkanbayeva, M. (2015). Hatıralar Işığında Cengiz Aytmatov ve Eserleri, Uluslararası Türkçe Edebiyat, Kültür, Eğitim Dergisi, 4(1), 169-188.

Şahanov, M. (2002).  Şafak Sanıcısı, Da Basım Yayım.

Yılmaz, A. (1998). Cengiz Aytmatov’da eser-biyografi ilişkisi. Türk Edebiyatı Aylık Fikir ve Sanat Dergisi, 299, 48-49.

… (1995). Azerbaycanın Bahtiyarı, Bakı, s. 187-190.

Vahabzade, B.  (1989). Gelin Açık Danışak, Bakı.

Ormuşev, A. (1993). Törökul Aytmat Uulu. Bişkek.