Kadın, masanın başında ahşap bir sandalyede oturuyordu. Üzerinde bej renkli, dantel detaylı bir bluz vardı. Titiz bir işçilikle dokunmuş dantel işlemeler, omuzlarından başlayarak göğüs kısmına kadar iniyordu. Koyu lacivert ve yüksek bel bir etek giymişti. Etek, diz hizasında bitiyor ve zarif bacaklarını örtüyordu. Ayaklarında ise nude tonlarında klasik stilettolar vardı.

Saçları kusursuz bir topuzla ensesinde toplanmıştı. Hiçbir saç telinin dağılmasına izin verilmemişti. Her biri yerli yerindeydi. Kulaklarında küçük, inci küpeler vardı. Ellerini önünde birleştirmişti. Tırnakları aynı uzunlukta kesilmiş, aynı şekilde törpülenmiş ve onlar da nude rengi ojeyle boyanmıştı.

Çalışma alanı milimetrik bir düzenle yerleştirilmişti. Kalemler renklerine, defterler boylarına göre hizalanmıştı. Masa lambası, belirli bir açıyla alanı aydınlatıyor ve ışığın her yere eşit şekilde dağılmasını sağlıyordu. Kadın, masadaki bir nesnenin yerinden oynadığını fark ettiğinde hemen harekete geçti. Nesneyi eski yerine koydu. Birkaç kez ileri geri hareket ettirerek mükemmel noktayı bulana kadar düzeltmeye devam etti. Etrafına bakarak her şeyin yerli yerinde olduğundan emin olduktan sonra derin bir nefes aldı.

Odadaki herhangi bir değişiklik zihninde büyük bir rahatsızlık yaratıyordu. Bu düzen, onun için bir güvenlik duvarıydı. Kaos ve belirsizlikle başa çıkma yolu, her şeyi kontrol altına almaktı. Her sabah belirli bir rutini izliyor, hiçbir ayrıntıyı atlamıyordu. Saatler, dakikalar ve hatta saniyeler bile onun için önemliydi. 

Sandalyesinde doğruldu. Mat, siyah, gümüş desenli kalemi tercih etti. Kalemi belirli bir açıyla tutuyor, asla rastgele hareket ettirmiyordu. Tutma kısmı kaymaz bir yüzeye sahipti. Böylece kontrolü elinde tutabiliyordu. İnce ve düzenli harflerle not alırken arkasında belli belirsiz bir ses duydu. Odanın içinde bir şeylerin hareket ettiğini hissetti. Başını çevirmeye cesaret edemedi. Sesler yavaş yavaş çoğaldı. Korkuyla kafasını çevirdi. Eşyaların hızla yer değiştirdiği oda, dönüp duran bir labirent gibi görünüyordu. Aniden sandalyesinden ayağa fırladı. Kanepeler, vermiş olduğu tüm dekorasyon çabalarına rağmen kendi yerlerini bulabilmek için havalanmıştı âdeta. Gıcırtılar kulaklarını tırmalıyordu. Kitaplığın üst rafında duran Oscar Wilde’ın, Lewis Carroll’un, Charles Dickens’ın karakterleri, alt raftaki -belki de hiçbir zaman karşılaşmadıkları- modern romanlarla yer değiştiriyordu.  Bud Clayman’ın filmleri ayakucuna döküldü.  

Etrafa dağılmış kıyafetlere baktı. Renkleri gözle görülür şekilde değişiyordu. Sanki görünmez bir el kıyafetleri kontrolsüzce ayırarak yerlere bırakıyordu. Masasının üzerine özenle yerleştirdiği kalemler, defterler, müsvedde kâğıtlar bile olağan hâllerinden şikâyetçiymiş gibi etrafa saçılıyorlardı. 

Saat gece yarısını geçmişti. Gözleri etrafta dolaşırken dağınıklığın sadece dışarıda değil zihninde de olduğunu algıladı. Düzen, kaosun gizli bir yansımasıydı. Bu karmaşa, kalbine kadar yayılan bir huzursuzluk gibi içini kapladı. Bulunduğu hayatın içine sıkıştırdığı hiçbir şey, bulundukları yerden memnun değildi. Aklının düzenli olması için sürekli odasını düzenlerdi; oysa aklı bazen karışmak da istiyordu. Çocukluğundan beri zihnindeki karmaşıklığı önlemek için düşüncelerini sürekli bir yerlere yazıyordu. Kalbi, bazılarının ona özel olmasını istediğini söyleyemedi ona. Kendi olmak için gösterdiği çabalar, kendi iç organları tarafından bile onaylanmamış; beyni bu şekilde yönetilmekten, kalbi bu şekilde kullanılmaktan hoşnut olmamıştı demek ki. 

Bir an için dünyasının kendisini döndürmekten yorulduğunu hissetti. Gürültü ve fısıltılar kulağında uğulduyordu. Bir iki adım geriye sendeledi ve masaya çarptı. Masanın ayaklarından gelen gıcırtı odanın loşluğunda yankılandı. Kalbinin atışını duyabiliyordu. Nefesi düzensizleşmiş, boğazı düğümlenmişti. Eliyle sandalyesine tutundu. Etrafındaki eşyalar devasa boyutlara ulaşmış, masanın kenarları göz hizasına gelmişti. Karmaşanın ortasında küçük ve savunmasız bir çocuk gibi durdu. Boğazında soğuk bir el hissetti. Buz gibi parmaklar boynunu sardı, göğsünden aşağıya doğru kaydı. Göğsünde dolaşan el, tırnaklarıyla tenini tırmalıyordu. Her nabız atışıyla birlikte daha derine iniyor, iç organlarını sıkıştırıyordu. Boğazındaki düğüm giderek sıkılaşıyor, nefes almak her geçen an daha da zorlaşıyordu. Eşyalar, üzerine geliyormuş gibi hissetti. Her biri nefesini kesen elin bir parçasıydı sanki. 

Masanın hemen arkasında bulunan ahşap pencerenin hızla açılması zihnindeki sesleri susturdu. Birden odasına dolan ılık hava, bluzunun altından bedenini sardı. Dış dünyanın nefesiyle üşüdüğünü sandı. Rüzgârın içeriye doluşunu önlemek için adımlarını hızlandırdı. Stilettoları odanın sessizliğinde tıkırdıyor, zeminde kayıyordu. Titreyen elleriyle camı hızla kapatırken dışarıdaki rüzgârın ürpertisini hâlâ teninde hissediyordu. Endişeli gözlerle etrafına bakındı, panikle gömleğinin düğmelerini kontrol etti. Boğazında düğümlenen korkuyu yutkunarak atmaya çalıştı. Nefes alış verişlerini düzenlemeye çabalarken rüzgârla dağılan saçlarını toplamaya başladı. Çünkü kaosu saklamanın en iyi yolu her zaman düzendi. Parmakları saç tellerini tek tek yerlerine yerleştirirken gözlerindeki tedirginlik düzeni sağlama isteğiyle yarışıyordu. Üzerindeki bluzun kırışıklıklarını düzeltti. Parmaklarıyla bluzunun yeniden düzgün ve kusursuz olması için çaba gösterdi. 

Sandalyesini hafifçe çekerek masaya oturdu. Etek ucunu nazikçe düzeltti. Ayaklarını birbirine yaklaştırdı. Sırtını dikleştirip göğsünü hafifçe dışarı çıkardı. Kalemi eline aldı ve son yazdığı satırlara göz gezdirdi. 

“Kadın, masanın başında ahşap bir sandalyede oturuyordu. Üzerinde bej renkli, dantel detaylı bir bluz vardı…”