14.09.1934

İSTANBUL

Sevgili Nazım Abi;

Öncelikle sağlığını merak ediyorum. Son mektubunda, adını koyamadığım bir tedirginlik hissettim. Biliyorum, hiçbir şeye eyvallahın yoktur ama yine de benim içimde garip bir his var. Seni çok özledik. 

Bana yazdığın son mektubu kaç kere okudum, bilmiyorum. Benim için o saman kâğıda yazdıkların, tarih öncesi lahitlerdeki fermanlar kadar değerli. Mektubun bana geleli bir hafta ya oldu ya olmadı lakin kaç kere okuduysam artık, hemencecik eskiyiverdi. Yazdıkların bir o kadar yeni ve ışık dolu Nazım Abi ancak ülkenin durumu bir o kadar da karanlık.  Ne umutlarımız vardı Türkiye’ye ait. Şimdi şairlere, yazarlara, farklı düşüncelere sahip olanlara terörist diyorlar. Tek tek fişleyip içeri atıyorlar. Kulaklarımda hâlâ “Böyle bir ülke hayal etmemiştim.” deyişin… Sen içeri girdikten sonra iyice karıştı ortalık. Bütün muhalifler tedirgin. Bizim romancı Sabahattin var ya, şimdi ona taktılar. Önce sürgün yedi, sonra ihraç ettiler garibanı. Bugün yarın kapısına dayanır polisler. Çok üzülüyorum Nazım Abi. Ülkenin en aydın yazarlarını birer birer mimliyorlar. Tahsilli ve düşünen insan istemiyorlar anlaşılan. İçim o kadar dolu ki anlatamam. İstiklal Mahkemesi diye bir şey icat ettiler, sen de biliyorsun. Şimdilerde jandarma köy köy gezip insan avlıyor. Dinlisine, dinsizine, hangi milletten olduğuna bakmadan, ne kadar farklı insan varsa topluyorlar. Bazıları maalesef çoktan darağacında sallandı bile. Şimdilerde Ankara’da dedikodular iyice hararetlendi. Herkeste bir korku hâli var. Sanki cumhuriyeti vatandaşlarını öldürmek için kurdular. Bu ülkeyi hep beraber kurduklarını çoktan unutmuşlar. Anlamıyorum abi hiç. Neden bu kadar nefret içindeler? Gerçi sen daha iyi biliyorsun ya. Kafanı şişirdim resmen. Neyse kusura bakma. Çenem düştü yine.

Mektubun arkasına yeni bir şiir iliştirmişsin. Altında da Piraye’ye ulaştırıver, yazıyor. Hemen mektubu aldığım gibi sizin eve koştum. Gerçi Piraye Yengeler taşındı. Bildiğin evde değiller artık. Bu ev de çok güzel ve ferah, aklın kalmasın. Zaten haftada bir uğruyorum, dediğin gibi. Alınacaklar oluyor, alıyorum. Başka ihtiyaçlar da olursa hallediyorum. Sakın meraklanma. Şiir o kadar güzel ki Nazım Abi, okurken ağlamaktan perişan olduk. Dönek savcı idamını istiyormuş. Hiç merak etme sen. Öyle bir şey olmayacak. Başka bir söylenti de af çıkacağı yönünde. Biz umudumuzu kaybetmeyelim. Bunu sen öğretmiştin bize. “Umutsuz ve hürriyetsiz yaşayamam.” demiştin. Umudumuz tam, hürriyet de en kısa zamanda gelecek Allah’ın izniyle. Piraye Yengeler iyi, çok şükür. “Nazım bana yazmasa dayanamazdım bu hasrete.’’ diyor. 

Yirminci yüzyıl kanlı girdi, kanlı devam ediyor. Bu kan, bu acı ne zaman dinecek Nazım Abi? Her şeyin ne kadar beyhude ve anlamsız olduğunu en çok sen biliyor ve anlıyorsun, eminim. Hatta bunu yaşıyorsun. Hem burada hem yurt dışında ölümlerin ve zulümlerin ardı arkası kesilmiyor. İkinci Dünya Savaşı çıktı çıkacak. Kim bilir, kaç masum cana kıyılacak? Korkuyorum Nazım Abi. 

Ama şiirimiz var. Berrak bir su gibi akan ve hayat dolu şiirimiz. Seni orada dimdik tutan şey de şiir değil mi? Karneyle ekmek verseler de tatsız tuzsuz taamlar çıksa da idam fermanımızı verseler de bizim şiirimiz var. “Şiir umut demektir.” demiştin bir zamanlar. Her sözünü not etmişim. Geçen defterimi karıştırırken fark ettim. Kaç defter aldım da gönderdim sana hatırlamıyorum abi. Yazıyorsun, ne güzel işte. Şair yazarak nefes alır. 

Kırtasiyeci Hacı Ahmet’ten yine bir Ece Ajandası ve bir düzine kurşun kalem aldım. İki kalemtıraş da hediye etti. “Şair Bey’e selamlarımı ilet. Dualarımda olduğunu bilsin.” dedi. Tam dükkândan çıkacakken Abidin Abi’yi gördüm. Fırça ve boya almaya gelmiş. Elinde de bir teneke tiner vardı. Beni görünce hiçbir şey demeden iki damla yaş akıverdi yanaklarından. “Nazım nasıl?” diyebildi sadece. “İyi abi. Soranlara selamı var.” dedim. Onun da selamı var Nazım Abi. Ayrıca Orhan Abi’ye de selam söyledi. Kısacası, seni tanıyanlar senin hasretini çekiyorlar. Bunu hiç aklından çıkarma. Yine bittikçe defterin, kalemin alırım inşallah. Piraye Yenge’den de don ve fanila istemişsin. Onları da aldım. Hatta bir içlik aldım, malum koğuşun her yanı beton. Haa, bir de siyatik çorabı aldım. Yeni çıkmış sözde, Eczacı Jorgo söyledi. Ne dediysem de para almadı, sağ olsun. Sana çok selamı var. Pazar günü kiliseye gidince senin için mum yakacağını söyledi. O da seni çok özlemiş. İlla şiir okumamı istedi. Kıramadım Jorgo’yu. Son gönderdiğin şiiri okudum. Çok hüzünlendi. Çok ağladı. Hıçkırıklarına “Canım kardeşim!” sesleri karıştı. Seni tanıyan herkes seni çok seviyor abi. Anlamadığım şey, bu vicdansızlar niye sevmiyor seni! Bunlar, benim gördüğüm kadarıyla sadece kendilerini seviyorlar. Sanki kendileri gibi olmayanların yaşamaya hakları yok. Bir üst mahkemeye itirazımızı sunduk. Hâkim insaflı birine benziyor. Umudumuz tahliye yönünde. Detayları Avukat Hilmi Bey’le de konuştum. Ceza Kanunu’nda iddianamedeki hiçbir şeyin suç olmadığını tekrar söyledi. Ama baştakilerin kanun, kitap dinlediği mi var?

Uzun lafın kısası, dışarısı da içerden çok farklı değil. Bir an önce hürriyetine kavuşman için sevdiklerin seferber oldu. Hep birlikte dua ediyoruz. Tavsiye ettiğin kitapları Beyazıt’tan aldım. Okudukça seni düşünüyorum. Sürekli notlar alıyorum. Bir an önce çık da kitapları müzakere edelim. Balat’taki kıraathaneye gideriz gene veya Eyüp’ten Pierre Loti’ye çıkarız. Konuşacağımız şeyleri biriktiriyorum. Haa, unutmadan söyleyeyim. Geçenlerde bizim Orhan’la Melih’i gördüm. Hararetli hararetli şiir tartışıyorlardı. Masaya oturup biraz dinledim. İlk başta biraz garip gelse de şiirleri, okudukça hoşuna gidiyor insanın. Onların da selamı var. 

Şimdilik mektubumu sonlandırıyorum Nazım Abi. Gel artık. Yapacak çok iş var.

Şiirle kal.

Selamlar, sevgiler.

Fuat