I 

Ardımda kalmış ülkem; 

Gözlerimin buğulu mihrakı, 

Başımı kaldırıp da bakamadığım semasında takılı kalmış. 

On binlerce kilometre uzaklık… 

Oysa Türkiye’den Nijerya’ya bir karış ölçmüştük ya! 

“Nasılsın, okul nasıl, havalar hâlâ sıcak mı orada?” 

“Anlarım.” demiştim bir iç çekişin ardından öpersem soğuk bir ahizeyi; 

Anlamak zihnen bir kabulleniş, oysa kalbin rızası bambaşka. 

Yeni çıktık harmatandan, 

Dolup taşmış hançeremiz tozla toprakla. 

Kesik kesik kelimelerim, suskunluğum arttı, biliyorum. 

“Neden sesin buruk, bir sıkıntın mı var?” demeyin! 

Güneş dahi toza dumana bulanmış, rüzgâr savruluyorken bikarar; 

Sormayın: “Neden mahzunlaştın?” 

Dedim ya, yeni çıktık harmatandan. 

Yürümek dağıtırdı hüznü; çıktım şimdi, çıktım ki 

Yollardır bana hatırlatan mahbumumu, maksudumu. 

Yabancısı olduğum sokaklar, insanlar, sesler ve kokular… 

Heyhat! 

Adım attıkça büyüyor içimdeki heyula boşluk. 

Bakma benim özlem dediğime, safi bir aidiyet arayışı bu! 

II 

Cılız bir çığlık, simsiyah silüetlerin arasından:

“Oyinbooo!”… “Oyinbooo!”…

Teskin eder gibi okşuyor ruhumu; 

Dağıtıyorum buğusunu gözlerimin. 

Biliyorum, bana seslendin; fakat neredesin çocuk? 

Bana ki caddede “oyinbo”, sınıfta “baturiya” derler; 

Beyaz insan, beyaz kız yani… 

Bana seslendin, biliyorum. 

Ben bihaber, uzakta… Vurur acıların aksi ruhumu; 

Kasvet üzre kasvet… 

Neler yaşanıyor böyle, ardımda kalmış yerlerde? 

Yılın her günü sıcaktır buralar; yazlık, kışlık muhabbeti geçmez. 

Öyle yakar ki güneşi, yalnız derin değil, hücrelerin alev alır âdeta… 

Öz yurdumda buz tuttum; gurbet diyarımda tutuştum, yanıyorum. 

Görsem tutunmuş birkaç damla, otsu çatıların saçaklarına; 

Beklerim yağmur mevsimini, yılın birkaç ayı, harmatan sonrası. 

Aynı rahmet elinin altında olmak serinletir ruhları, Hristiyan’ı, Müslüman’ı, Hausa’sı, Yoruba’sı… 

Bense dolanır dururum yurdumun ıslak caddelerinde. 

Aldırış etmem o vakit, şemsiyesiz yakalandığım sağanaklara, 

Veyahut söylenmem, bez ayakkabımın sele kanışına. 

Bakma benim özlem dediğime sen, 

Avuçlar toprağını, öper başıma koyarım Afrika’mın. 

Değil mi ki kalbi kırıkların ilk şefkat kucağı, 

Göçmen kuşların ilk emin sığınağı, kara kıta… 

Yıkıldım, tarumar oldum da geldim sana. 

Sorma neler oldu, kimim kimsem var mı?

Öyle bir talan kalmış ki ardımda, 

Hiçbir faninin harcı değil hesabını tutmak; 

“Mevla’m!..” diyor, bırakıyoruz ötelere… 

III 

“Oyinbooo!” 

İşte şimdi gördüm seni siyah inci! 

Başının üstünde var boyu kadar tepsi; 

Koymuş birkaç bağ muz ve dilim dilim hindistan cevizi… 

Önce bir tebessüm alışverişi, sonra görünür bembeyaz dişler; 

Ah bu safderun sevinçler, simsiyah tendeki! 

Söyle bana ey çocuk, nasıl bir efsun bu sendeki? 

Hayır! Umudun rengi ne beyaz, ne mavi; 

Kim demiş yasın, kasvetin tezahürüdür siyah? 

IV 

Unuttular sanırsın çocuklar dalınca oyuna, 

Sen de bir çay koyarsın o vakit. 

İnsan oturunca anlıyor yorulduğunu, biraz otursan ya! 

Dilim dilim limonlar da konulmuş tabağa; 

Yanında okunmaktan bitap düşmüş bir mektup… 

Geldim ve oturdum şimdi karşı tarafına, 

Koydum mahzun bakışlarına ellerimi. 

Bilir misin, sürgün ayında yetişir radika çiçeği?! 

Hoyrat bir nefes gelir, saçınca tüylerini dört bir yana; 

Yalnızlaşır hepten, bir anda.

Şimdi anlat bana hüzün çiçeğim! 

De ki bir kasırga esti kırların üzerinden; 

De ki sema karardı, yağmur yüklü bulutlar çöktü omuzlarıma. 

Bir ayrılıklar silsilesi bu, bilinmez; kim, nerede, ne hâlde? 

“Baharı beklerken çetin bir borana mı tutulduk?

Oysa bilirim ben seni cennet bülbülüm; 

Senin sükûtundan yükselir tevekkülün rayihası. 

Fakat sen de şunu bil ki yoruldum demek, isyankarlık; 

Hüzne gark olmak demekse yosun tutmak değildir. 

İnsan ki nisyan kökünden türemiş, 

Âcizlik dahi derç edilmiş değil midir fıtratına? 

Bak! İklimler değişmiş, başkalaşmış lisanlar; 

Unutulmaya durmuş isimleri zamanların. 

Eser bir rüzgâr, o vakit ki açılır sayfa sayfa dünya; 

Bir kasırga geçer kırların üzerinden, 

Yine bir gurbet mevsimi… 

“Oyinbooo!” 

Boyunu aşkın ağırlık indi kızıl toprağın üstüne, 

Uzattım birkaç yüz naira

Ve uzandı ellerime sevinçle. 

Usulca çektim kendime, 

Sonra öpüverdim başından şefkatle. 

Hayır! Umudun rengi ne beyaz, ne mavi; 

Kim demiş yasın, kasvetin tezahürüdür siyah!