Güneşli bir günde kahvaltılarımızı yapıp yola çıkıyoruz. Hedefimiz günübirlik Ekşisu (Kiselyak) üzerinden Travnik’e gitmek ve otobandan Saraybosna’ya geri dönmek. Eski Osmanlı ordu güzergâhı da olan yolu kullanıyoruz ve ilk durağımız Kiselyak (Ekşisu). Saraybosna’dan 40 km kadar sonra. Eskiden insanların çadır kurup şifa aradıkları bir nokta. Şifalı bir kaynak çıkıyor. Osmanlı sonrası Almanlar bir dolum tesisi kurmuşlar. Hâlen tesis işlemeye ve suyu insanlara şifa vermeye devam ediyor. Dolum tesisinin yanındaki parkta musluklardan akan ekşi suyu hem içiyor hem de şişelerimize dolduruyoruz. Bu ekşi sudan yöre halkı sodalı poğaça yapıyor. Ee, hâliyle almamak olmaz. Aracı, şehre girmeden bir fırıncıda durdurup Ekşisu’yun meşhur ekşi sulu poğaçasını tadıyoruz. Unutmadan söyleyim, arasında yoğurt kaymağı da koydurmadan olmaz. Âdet öyle! 

Yarım saat daha gittikten sonra Milodraj (sadık dost) köyüne ulaşıyoruz. Ana yolda Bilalovası’ndan beş dakika soldan dağa doğru ilerlemek yeterli. Milodraj, Bosna-Osmanlı tarihi açısından mühim bir nokta. Günümüzde 12 hane olan bu köy, 1461 yılında Fatih Sultan Mehmed’in meşhur “Ahidname”sinin yazıldığı nokta. Kendisine ziyarete gelen Fransisken papazlarına bir emanname olarak takdim edilmiş. Bu “Ahidname” dağın hemen arkasındaki kaplıcaları ve eskiden yapılan altın madenciliğiyle ünlü Foynitsa’daki Fransisken Manastırı’nda muhafaza ediliyor. Birkaç defa gördüğüm bu manastırın müzesi, vakti olanların muhakkak görmesi gereken bir yer. Oldukça zengin bir koleksiyona sahip. Milodraj’da köylü Müslüman kadınlar, ellerinde ikramlarla çıkageliyorlar. En beğendiğim, bahar aylarında yaptıkları ısırgan şerbeti. Taze isli peynirden erik marmelatına, ahududu reçelinden bahçe meyvelerine, ellerinde o gün ne varsa seriyorlar önümüze. Ürünlerin bir fiyatı yok. Onlar bize ikram ediyor, biz de ikramlarını karşılıksız bırakmıyoruz. 

20 dakikalık bir seyahat sonrası yol üzerinde Kaçuni Kasabası’nda hâlen faal Mevlevi tekkesi olduğunu öğreniyoruz. Neyse daha epey yolumuz var. Ahmiçi Köyü’nde duraklıyoruz. Son Bosna İç Savaşı’nda bir köyün nasıl yok edildiğini ve harbin nasıl acımasız bir şey olduğunu görmek çok acı verici. Silahsız ve masum 116 sivil evlerinde katledilmiş. Biraz kalıp düşündükten sonra  yola devam ediyoruz.

Travnik, Saraybosna’nın kuzeybatısında kalıyor. Trava, Boşnakça ot demek. Travnik ise otlak veya mera şeklinde çevrilebilir. Laşva Vadisi’nin Travnik’e dönen yerinde, yolda bizi ilk olarak Fatih Sultan Mehmed döneminin Bosna Beyi Malkoçoğlu’nun kalesi karşılıyor. Travnik, kuzeyde Vlasiç Dağı ve güneyde Vilenitsa Dağı’nın arasında Laşva Irmağı vadisinde yer alıyor. İlk Slav yerleşimcilerinin Travnik bölgesine gelişinden 500 yıl sonrasına kadar varlıklarından geriye çok az eser kalmıştır. Neyse biz kaleye geri dönelim. Kalenin girişindeki köprüye kadar araçla da çıkılabiliyor. Biz aşağıda Plava Voda (Göksu) kenarında 300 yıllık Elçi İbrahim Paşa Medresesi’nin karşısında aracımızı park ediyoruz. Medrese daha eskiden Travnik içindeyken Avusturyalılar başka binalar yaptıkları ve demiryolu getirdikleri için bazı binaları yıkmışlar ya da bazılarını şehir dışına taşımışlar. Medrese, günümüzde yatılı lise olarak eğitim veriyor. Kız ve erkek kısımlarının sınıfları ve yurtları ayrı. Almanlar, Bosna’da iken Osmanlı eserlerini, Kuzey Afrika mimarisi ile yeniden yaptıklarından medrese, asli mimari hususiyetlerini göstermiyor. İçinde biraz durduktan sonra çıkıyoruz. Göksu Deresi kenarında konaklamanın zamanı geldi. Bosna çevapilerinin ardından kaymaklı cevizli lokum var acı kahvenin yanında. Dere kenarında, biraz su sesiyle dinlendikten sonra yeni durak Travnik Kalesi. Ayrıca bu derenin bulunduğu noktada yaşanan çok tarihî hadise var ama bizde o kadar yazacak yer yok.

Göksu Deresi’ni geçip hâlen ismi Hendek Mahallesi olan mahalleden yukarıya, kaleye doğru çıkmaya başlıyoruz. 15 dakikalık basamakları çıktıktan sonra kaleye ulaşıyoruz. Köprünün dağ tarafında hendeğe çıkan gizli geçit görülebiliyor. Kaledeki eski mescidi, rasat kulesini ve su kuyusunu falan gezdikten sonra ayrılıyoruz. Travnik’e dair el sanatları, resim sergisi, Travnik kültürünü yansıtan eşyalar sergileniyor rasat kulelerinde. İlk girişte misafirleri karşılayan avluda, yazları konserler veriliyor. Travnik’te evlenen gençler, düğün öncesi burada fotoğraf çektiriyorlar. Kalenin eski fotoğraflarında Bosna valisinin konağı görülüyor. Şimdilerde yerinde hediyelik eşya satan işportacılar var. Yanda Bizans prens ve prenseslerinin resimleriyle resim çekiliyoruz. Bir saat kadar sürüyor kale gezintisi. Kaleden şehri ve vadiyi seyrediyoruz biraz. Eskiden resim çektirenler, her fotoğraf karesine 40 cami sığardı diyorlar. Bizim karelerimizde sadece yedi cami yer alıyor. Beylik merkezi olan Travnik, Bosna’da Osmanlı eserlerinin belki de en fazla yapıldığı yer olmuştur.

Laşva Vadisi, ilk tarihî kayıtlara göre, 1244 yılında Macar Kralı IV. Bela’nın krallığı döneminde, önemli eserlerinden birisini Laşva’ya verdiğinde ortaya çıkmıştır. O zamana kadar bölge, Bosna Devleti’nin feodal bir parçası idi. Bu yüzyıllardan vadiden kalan kalıntılar Roma döneminden bilinen kale ve köşklerin kendi payına düşen zenginliğini pek göstermemektedir. Travnik Kalesi, o dönemin en göz alıcı kalesiydi. Günümüzde ise hâlâ diğerlerinden daha iyi korunmuş olarak ön plana çıkmaktadır. Aynı zamanda bu devir Travnik’e de adını veren devirdir. 

Kale çıkışında (Şimdi yerinde otel var.) Dokuzi Kaynakları var. Adı üzerinde dokuz farklı noktadan su çıkıyor. Şimdilerde en büyüğü Yeni Cami yakınındaki çeşme. Yeni Cami’nin haziresinde manzaralı bir noktada Defterdar Ahmed Paşa’nın cennet gibi rengârenk türbesi de yer alıyor.

Bayırdan aşağı yürüyerek Alaca Cami’ye ilerliyoruz. Bu arada Osmanlı dönemi, Travnik’in şanını da yücelten devirdir. Bu şehir, Osmanlı İmparatorluğu’nun Bosna’daki siyasi ve askerî merkeziydi. Osmanlılar şehre camiler, medreseler, yollar ve su şebekeleri getirdiler. Orta Çağ’dan kalma kalesini güçlendirdi ve kalenin yüksek taş duvarları içinde mini bir şehir inşa ettiler.

150 yıldan uzun bir süre (1699-1851) Osmanlı padişahının Bosna’daki temsilcisi Bosna Beyi’nin, Bosna’daki merkezi bu şehirdi. Bu dönemde hem yabancılar hem de ticaret için bir cazibe merkezi hâline gelmişti. Bu dönemde Travnik’i ziyaret eden seyyahlar şehirden öyle etkilendiler ki onu Avrupai İstanbul ve Bosna’nın en oryantal kasabası olarak nitelendirdiler. Ivo Andrić’in meşhur “Travnik Kroniği”, bize bu dönemle alakalı yeterince fikir vermektedir. Bu düşünceler içinde diğer adıyla Süleymaniye Camii’ne ulaşıyoruz. Klasik Osmanlı camilerinden tezyinatı ile ayrılan ve çok az örneği olan bir mimarisi var. Alaca camiler adı üstünde allı, güllü ve renkli. Dahasını bir rehberden dinlemenizi tavsiye ederim.

Bu şehir, günümüzde Bosna’da Vezirski Grad (Vezirler Şehri) olarak biliniyor. Osmanlı döneminde şehirden 77 vezir çıkmıştır. Şehir, çok çeşitli kültürel ve tarihî olayların dolu dolu olduğu bir hazinedir ve çok sayıda önemli şahsiyetin de yetiştiği bir memleket olmuştur. Travnik aynı zamanda birçok sanatçının, bilim insanının, seyahatname yazarının ama hepsinden önce de hoşgörülü ve medeni insanların memleketidir.

Adı üzerinde, otlak demek travnik. Hususen otlakta otlayan koyunların sütünden mamul ünlü Travnik beyaz peyniri almak, şehre gidip de yapmadan dönülmeyecekler listesinde ilk sıradadır. Belediye binasının ve eski tarihî tren istasyonunun karşısındaki dükkândan 40 çeşidi satılan peynirlerden tadıp tadıp alıyoruz. Sokaklarında Travnik’in meşhur kısa gagalı güvercinlerini gördükten sonra Babanovac dağındaki çekici yayla alanından da bahsetmemek olmaz. Travnik, ayrıca Nobel ödüllü Ivo Andrić’in de doğduğu memlekettir. Doğduğu evi de gezip bu eşsiz açık hava müzesi yerindeki şehrin çıkışından aracımızla dağa tırmanıyoruz. Yarım saatlik bir yoldan sonra Vlaşiç (Şehzade) Dağı’ndayız. Burada bir kayak merkezi var. Yazları serin havasıyla insanları çekiyor. Turistler için villalar ve oteller mevcut. Fis Hotel yakınındaki küçük hayvanat bahçesini geziyor ve dumanlar altındaki vadiyi seyre dalıyoruz. 

Artık akşam yaklaştı. Saraybosna dönüş yolundayız. Otobandan yarım saat önce nar gibi kızarmış çevirme tavuklardan yemesek olmaz, dedik. Sonrasını anlatmayalım okuyanlar gelsin tadıversin değil mi?