Güneşin çocuklarıydık —
ışığın zerreciklerini emen
göğe yaslanan ellerimizle.

Deniz tuval gibi açılırdı;
dalga bir fırça darbesi,
dalga bir gölge.

Ayın yarısı düşerdi
avuçlarımıza —
diğer yarısı
suskun masalların içinde
sessizce erirdi.

Oyuncaklarımız gökkuşağıydı;
parçalanan renkleriyle
kaybolan,
yeniden doğan.

Kelebeklere kanat takardık
geceleri,
yıldızların görünmez
evlerinden süzülen…
Herkes uykudayken.

Buğday tarlasında başak olurduk,
mısırlara uzanan koçanlar.
Kiraz bahçesinde bekleyen,
gölgeye benzeyen korkuluklar,
rüzgârın fısıltılarıyla
masalların derinliklerine taşınırdı.

Sis kanatlarımızdan sızar,
en ince ışık parçalarına karışır;
gecelerimiz
düşler denizine savrulurdu.

Düşlerimiz ışığın zerrecikleriyle iç içe,
sessiz bir çığlık gibi titrer.
Her parça yeni bir renk doğurur —
hafifçe ışıldar, yankılanır…
Geceyi aralayan bir sonsuzlukta.