“Babaların erdemleri, çocuklarının servetidir.”

Anatole France

Değerli Okurlarımız,

Haziran, yemyeşil tabiatı ve türlü meyveleriyle yazın habercisi olarak arzıendam etmiş durumda. Bu güzelliklere bir de Kurban Bayramı ve Babalar Günü eklendiğinde, birçok kimse tarafından dopdolu bir ay yaşanacağını söyleyebiliriz. Geçen ay, güzel bir eserle “Anneler Günü”nün önemine değindiğimizi hatırlarsınız. Bu ay da bir kaligrafi çalışmasıyla “Babalar Günü”ne vurgu yapmak istiyoruz. Peki, bundan başka yeni sayımızda hangi eserler yer alıyor? Ona geçmeden önce Helezon ailesi olarak, sizin ve sevdiklerinizin Kurban Bayramı’nızı tebrik ederiz. Dünyanın neresinde olursa olsun, bütün insanların barış, dostluk, kardeşlik, mutluluk ve umut gibi bayram günleriyle bir arada anılan güzelliklere en kısa zamanda ulaşması hepimizin ortak dileğidir. Bu duygularla, isterseniz 2024 yılının Haziran sayısını takdim edelim. 

Ayın ilk eseri, doğumu 1 Haziran 1850 tarihi olarak kayıtlara geçen Şemseddin Sami’nin anlatıldığı biyografi yazısı. Hızır İlyasoğlu, kısa sayılabilecek ömründe çok sayıda esere imzasını atan bu önemli şahsiyeti, “Kısa Ömre Muhteşem Eserler Sığdıran Bir Edebiyatçı: Şemseddin Sami” başlığı altında kaleme almış. Birçok tercümesi ve öğretici nitelikte eserleri bulunan müellifin, Türk dili ve kültürü bakımından en önemli yanı, ansiklopedi ve sözlük yazarlığıdır. Öyle ki yaşadığı döneme göre modern bir görüşle hazırladığı Kamûs-ı Türkî, basımının üzerinden 100 yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen hâlâ değerinden bir şey kaybetmediği gibi daha sonra hazırlanan bütün sözlüklere de kaynak olmuştur: “Yeni Türk dilinin ilk sözlüğü kabul edilen Kāmûs-ı Türkî, aslında hem Türkçe kelimelerin alfabetik bir sıraya göre dizilmesi hem de Türk adının o dönem bir sözlüğe isim olması bakımından önem taşımaktadır. Yirmi yıllık bir birikimin neticesi olan bu sözlük, onun Türk diliyle ilgili en önemli eseridir. Bu sözlük, o günün konuşma ve yazı dilinde kullanılan Türkçe asıllı kelimelerle birlikte Arapça, Farsça ve Batı kaynaklı kelimeleri de bir araya getiren zengin bir muhtevaya sahiptir…”

Bu bereketli ömrün ardından bir başka rahmet ve bereket kaynağına yani yağmura çevirelim mi  bakışlarımızı? Yağmur, başlı başına mucizevi bir güzelliğe sahip ve yağdığı her yeri güzelleştir. Ancak bazı şehirlere bir başka yağar yağmur, bir başka yakışır oralara. Helsinki de onlardan biri olmalı ki Aida Egemberdiyeva, yağmurlu bir geceyi şiire dönüştürmüş. İbrahim Türkhan da bu güzel şiiri, “Helsinki’de Akşam” adıyla Türkçeye kazandırmış. Her dizesi öyle saf ve öyle akıcı ki… Tıpkı yağmur gibi: 

“Gölcüklerde ayak ıslanıp

Koşup geçmek zordur bilin ki.

Durmaksızın yağan yağmurla

Sessizleşti eski Helsinki.”

Bu güzel şiirin etkisini üzerinizden henüz atmadan duygu yüklü bir hikâyenin büyüsüne kapılmaya ne dersiniz? Hem de meşhur bir şarkının “Tutunamadım” nakaratı eşliğinde. Esra Bal’ın kaleminden, daha doğrusu yüreğinden süzülen “Ne Tam Mavi, Ne Tam Sarı” hikâyesinden söz ediyoruz. Bu kadar dokunaklı olması, bir yaşanmışlık öyküsü olmasındandır belki de. Zaten en güzel hikâyeler, yaşanmışlıklardan çıkmamış mıdır? Bir ayrılıkta, bir kavuşmada yahut bir yolculukta, bir istasyonda: “Kendi kendiyle konuşmasını kesemeyince bu buluşmaya berrak bir zihinle gitmeyi beceremeyeceğini anladı. Anlaşılmamak, bir toz yığını gibi her anısının ve her acısının üzerini kaplamıştı. Zihni hem tozlu hem dağınıktı. Hâlbuki anlaşıldığını bir hissetse öyle bir hafiflerdi ki hayat eskisi gibi toz pembe bile görünürdü. Düşünceler arasında gidip gelirken az daha ineceği durağı kaçırıyordu. Neyse ki bu sefer doğru istasyonda inebildi…”

Ayrılık demişken… Hayatın çekilmez anlarından biri ki ölümden bile beter sayılmış. Giden için de kalan için de zor bilinmiş. Tuba Toprak’ın “Hâlâ Sendeyken” şiiri, ayrılığın beri tarafında kalıp da tutuşan yüreklerin sitemine tercüman olmuş âdeta. Şairin yüreğine kaç şiirlik yağmurun yağdığını bilemeyiz ama bu başarılı şiiri, mümbit haziran sağanakları eşliğinde okunası kıvamda. Tıpkı okudukça akıp giden şu dörtlüğü gibi:  

“Şu bulutsu gözlerde kaç şiirlik yağmur var?

Efkâr geceye âşık, gecede nazlı bir yâr

Aşkın solumda titrek, tenimse ruhuma dar

Nereye gidiyorsun, gönül hâlâ sendeyken?”

Çokça duygulu satırların ve mısraların ağırlığını bir fotoğrafla teskin etmenin zamanı geldi de geçiyor.  Fotoğraf sanatçıları için bulunmaz bir nimet olsa gerek safari serüvenleri. Durdu Ozan’ın Afrika’daki ilk safari gezisinin nefes kesen fotoğrafı duruyor karşımızda: “Welcome to Kenya!”. En az fotoğrafı kadar kısa hikâyesi de etkileyici: “İlk safarimdi Kenya’da. Sabah erkenden, hava henüz karanlıkken çıkmıştık evden. Heyecanlıydık çünkü televizyonda izlediğimiz ve şans eseri bazılarını hayvanat bahçesinde gördüğümüz hayvanlarla buluşacaktık. Çok değil güneşin doğuşuyla ete kemiğe bürüneceklerdi…” 

İnsan için yalnız bir şiir, öykü ya fotoğraf değildir etkileyici olan. Eskiye özlemden bahis açılınca, çocukluktan dem vurulunca kayıtsız kalan var mıdır acaba? Herkesin en güzel hatıralarıyla doludur  çocukluk yılları. Oyunlarıyla, oyuncaklarıyla, sessiz ve sakin sokakların bıraktığı izleriyle… Bu izlerin bir yansıması olsa gerek ki Adem Yağmur, “Düşler Sokağı”nda nostaljik bir hatıra gezintisine çıkmış:  “Rüyalarına yaslanarak yaşadığı hayatının hep bir yanı eksik kalmıştı. Şimdi görülen düşleri hayra yorma zamanıydı. Eskisi gibi olmasını istediği her şey, artık çok gerilerde kalmıştı. Hatıralarla olan bağı ve yeniye adapte olmaması onu ikilemde bırakıyordu. Aslında geçmişe değil eskimeyen yenilere ihtiyacı vardı; geçmişin inşa ettiği ruhu gibi. Baharların serinliği gibi tazecik yaşamlar, karların tazeliği gibi bembeyaz hayatlar…”

Hayat, sadece saf ve duru olan çocukluk mevsimiyle sınırlı değil elbette. Bir takım kargaşanın kol gezdiği zaman ve mekânlara da uğrar insan.  Tahsîn-i Kelâm, “Arbede” başlıklı şiiriyle, bu hengâmeler dünyasının bir yönünü nazmetmiş belki de. Şiir, aşağıdaki ilk dizeleri gibi asil kelimeler ülkesinden seçilmiş imgelerle örülü: 

“İkilem tuzaklarının

Üzerinden sekiyor

Ayakları hayallerimin.

Berceste çırpınışlar

  Turfanda şiirlere denk.”

Şiirlerden çiçeklere uzanan bir yol düşünelim. Bir güle, laleye, erguvana… Hele ki bu çiçekler, bir sanat eserine yansımışsa seyrine doyum olmaz. Ebru sanatında kendine yer bulan her çiçek de bu kabîldendir. Lale ise ebru ile bütünleşen çiçeklerin başında gelir. Mustafa Aydemir’in göz kamaştırıcı renklere ve tasarıma sahip “Mor Laleler” adlı eserinde olduğu gibi. 

Renkler harmonisi yalnız sanatsal dokunuşlara mahsus olmasa gerek. Bir şiirin sözcükleri de böyle bir ahenk tablosunu andırabilir. Emily Yaramis’in “Ebrişim” şiiri gibi. Şiire, rengârenk ebrişim harmanında yenilenen bir şairin, derin ilhamlarla diriliş öyküsü, dize dize dokunmuş sanki:  

“onlarca tutsak hayalin hamallığından

ayrıldım destursuz kilitli yüreğimle

başsız boyundaki kılıç düzlemini

terk ettim mabedimin devrilen tepesinde”

Her sanat eseri, bir yenilenmedir esasen. İster sözlerle olsun isterse çizgilerle… İnsan için bir başka yenilenme yolu da gezmek, görmek ve öğrenmektir. İşte gezi yazıları, tam da bu ihtiyacımızı karşılayan kaynaklardır. Doğan Yücel, güzel bir gezi yazısıyla isteyen herkesi müstesna bir mekâna götürüyor: “Ayvaz Dede’nin Mekânına Yolculuk”. Hem de zengin dili ve sempatik üslubu eşliğinde: “Saraybosna’da arabayla yaklaşık iki saatlik uzaklıkta, kayın ormanının ortasında bir yerdeyiz. Avrupa’daki en büyük Müslüman içtima yeri olan ve aynı zamanda Bosna’daki en eski içtima yerlerinden birindeyiz. Burası beş yüz yıllık bir geleneğe sahip olup Bosnalı Müslümanların kimliğine derinden kök salmış bir yer. Šuljaga Dağı’nın eteğinde ve eski adıyla Akhisar’ın (Prusac) eski şehir merkezine altı ila yedi kilometre uzaklıktaki ormanın içinde…”

Dergi okumak, bir günü yaşamak gibi başlıyor ve bitiyor. Günün sonunda bir gurup olduğundan hareketle, biz de bu kez “Gün Batımı” şiiriyle dergi akışımızın sonuna yaklaşıyoruz. Bu şiir çalışmamız,  düğün yerini andıran bir gün batımı seyriyle kaleme dökülmüştü:  

“ufukta düğün mü var?

bu ne cümbüş, bu hoş hâl…

uzaklar ışıl ışıl,

kına yakmış bulutlar!

gün varırken geceye

göğe yangın umutlar.”

Son olarak, giriş paragrafımızda değindiğimiz üzere 32. sayımızın arka kapağı, Merve Çelik’in “Babalar Günü” adlı zarif kaligrafi yazısına ayrıldı. Bu kıymetli eserle birlikte biz de bütün babaları, bu anlamlı günleri vesilesiyle kutlarız. Helezon’a katkı sağlayan yazarlarımıza, siz kıymetli okurlarımıza ve yayın kurulumuza çok teşekkürler. Sevdiklerinizle birlikte, sağlık ve mutluluk içinde güzel bayramlar geçirmeniz dileğiyle. İyi okumalar.

Sağlıcakla kalın!