Çocukluğunda cep telefonu ve internet olmayan son nesiliz biz. Bizim çocukluğumuz şimdiki çocuklara göre çok daha uzun ve dolu dolu geçmiştir. Farkına varmadan saatlerin geçtiği vakitlerimiz yoktu. Her günü saat saat ve hatta vakit vakit yaşardık. Zamanın nesli günleri takvimdeki rakam olarak görmeye başladı. Her yaşın ve neredeyse her coğrafyanın kendine has oyunları ve oyuncakları bulunurdu. Bulunurdu diyorum çünkü artık oyunlar unutulmaya başlandı, kalanlar da standartlaştı. Kelebekten bile korkan bir nesil ortaya çıktı. Sebepleri üzerinde tartışılabilir ancak yazının konusu bu değil.

İnsanın kendi eliyle yaptığı oyuncaklarla oynamasından daha fazla keyif vereni yoktur zannımca. O yüzdendir ki yapbozlar, parçaları birleştirilerek yapılan oyuncaklar hep revaçta. Dijital oyunlarda da bir derece oyunculara farklı karakterlerle oynayabilme, onları kendince modifiye etme veya giydirme çok önemli yer tutar. Çocuk, oyuncağıyla kendini özdeşleştirsin diye.

Kendi kendimize ürettiğimiz oyuncakların başında tabii olarak değişik oyunlarda kullanılan araçlar gelirdi. Oyunların epey bir kısmı değişik oyun aletleriyle oynanırdı. Futbol topu olmadan futbol oynamanın mümkün olmadığı gibi. Biz de bu sebeple çoğu zaman kendi oyun aletlerimizi kendimiz yapardık.

Köy yerinde yaşayan her insan az çok birer marangoz veya taş ustasıdır. Duvar örmeyi, baca örtmeyi, çadır kurmayı, demir dövmeyi, harmanda ve tarlada kullanılacak alet edevatın saplarını yapmayı bilir. Arıcılık, besicilik, baytarlık, rençperlik zaten doğuştan köylülerce bilinir desek yalan olur mu bilmem. Tırpan, anadut, dirgen ve bilumum zirai aletlerin sapları elde yapılır. Bıçak, nacak, balta, keser ve hatta ayak keseri kullanmayı daha ilk mektep bitmeden bütün çocuklar öğrenir. İlerideki dönemlerde bunlara kurban kesip deri yüzmek, hayvan hastalıklarından az çok anlamak da eklenir.

Neyse biz çocukluk oyuncaklarımıza dönelim. Köyde bir çocuğun hayal dünyası yine etrafında bildiği eşyalar kadardır. Ahşap öküz arabasıyla hemen her çocuk oynamıştır. Köy yerinde neredeyse her eşya bir oyuncağa dönüştürülebilir. Çoban değnekleri, azık bohçası, kaval… Say sayabildiğin kadar.

Çocukların oyuncak olarak en çok kullandığı eşyası şüphesiz çoban değneğiydi. Yeri gelir çelik çomak oynarken çomak, yeri gelir çayırda kaydırma oyununda kaydıraç, yeri gelir akla gelebilecek her türlü oyunların oyun aleti olurdu. Değneklerin dışında yemlik, katırtırnağı, pürçek eşmek için kazgıçlar yapılır. Bu kazgıçlar değişik oyunların da bir parçasıydı. Değneklerin haricinde dağdaki irili ufaklı her türlü taş da oyunların tabii aracıydı. Kimi zaman vurulacak birer nişan, kimi zaman da üç taş, beş taş veya dokuz taş oyunlarının temeliydi. Hemen her oyunda çizgilerin, sınırların ve bölgelerin belirlenmesinde rol oynardı. Üstlerindeki yosunlar elleri kınalamaya yarardı. Diyelim ki bir ırmak ya da göl kıyısındaydık. Yayvan ve düz taşların hepsi suda sektirilecek birer oyuncak oluverirdi ve daha neler neler..

Çobanın ve köy çocuğunun değneği ve dağda bulduğu taşlardan sonra en yaygın oyun aracı farklı farklı bitki veya otlardı. Bizim dağlarda özellikle çorak ve tuzlu yerlerde büyüyen uzunca bir diken vardı. Bu dikenin kurumuş sapları söğüt dalından yaptığımız yaylara ok olurdu. Saplarının ortası delikli olduğundan oklar oradan da atılırdı. Yine ırmak kenarlarında kabalak dediğimiz otun tek ve büyük yaprakları hem eğlenerek su içmeye yarar hem de sıcaklarda içine su doldurulup başlara şapka olurdu.

Söz gelimi, baharda söğütlerin özellikle de sorhun söğütlerin ince çilpilerinin kabukları odunundan kolayca sıyrılırdı. Kabuk delikleri açıldıktan sonra birer sipsi hâline dönüşürdü. Ağaçların dallarının çatalladığı yerler bir bakmışsın bir serum veya lastik eklenmesiyle sapan oluverirdi. Söğütler üç dört metre yukarıdan her dört beş yılda bir budanırdı. Başının kenarlarından budandıkça yeni dallar yetişirdi. Böylece söğüdün üstünde büyükçe bir ağaçsa oturulacak ve oynanacak kadar bir yer ortaya çıkardı. Bu yerler çoban çocukların oturup kalktığı, oyun oynadığı mekândı. Modern ağaç evler bizim söğütlerdeki evimizin tadını verir mi acaba?

Kışın kar mı yağdı? Yazın giyilen naylonlar ya da büyükçe bir poşet kızak yerine geçerdi. Kışın kağnıların eski çıkma çemberleri kızakların demiri olurken yazın da köyün tozlu yollarında sopayla çevirerek sürülen birer oyuncak hâline gelirdi. Baharda yağmurlarla beraber büyüyen binbir çiçekten özellikle delikli olanları çeşit çeşit sesler çıkaran düdüktü çoban çocuğuna. Hindiba da denilen çayır papatyalarının tohumları üfleyerek uçurulup havada yakalanmaya çalışılırdı. Yazın sıcak günlerinde davarlar, sığırlar ırmak kenarı bir gölgede yatarken çobanın çocuğun eğlencesi çamurdan oyuncak yapmaktı. Ev eşyaları, kap kacak… Kağnı, evcil hayvanlar vb. çeşitli oyuncak yapılırdı elde. Daha iyisini isteyen babasının elinden tutup komşunun evine gider kendine ahşaptan bir öküz arabası yaptırırdı.

Hayvanlar birer arkadaş olduğu gibi onların kimi uzuvları da oyuncak işi görürdü. Hayvanların aşık ve boynuzları türlü oyunlarda boy gösterirdi. Hayvanların postları da yeri gelince oyunlara güzel birer malzemeydi. Nasıl mı? Köylüler düğünlerde veya eğlencelerde değişik postları giyip gösteriler yaparlardı. Durgun sulardaki kurbağa yavruları, keklikler, kayapalar, sığırcıklar, alabalıklar da oyun arkadaşı olurlardı uslu çocuklara. Eşek, at ve hatta kimi zamanlarda öküz ve tosunlar da hem arkadaştı hem de yarış bineği.

Babası veya dedesi biraz şeher görmüş çocukların misketleri vardı, kimilerinin de araba tekerlerinden veya çeşitli makinelerden sökülmüş bilyeleri. Bazılarının da İstanbul’dan akrabaları çocuklarının artık oynamadıkları oyuncakları getirirlerdi. Bunlar bazen sağlam bazen de kırık olurdu. Bu oyuncakları yazları köye geldiklerinde “hediye” ederlerdi. İçlerinde bez bebek, çıngırak, polis arabası gibi türlü türlü oyuncaklar olurdu.

Bu yazı bizden sonraki nesiller için sadece bir nostalji mi? Cevap çok basit. Dünyada hâlâ milyonlarca çocuğun evinde elektrik ve internet yok. Maddi imkânı dar ve geniş insanlar hep var olacak. Mesele, galiba oyunlarla sosyalleşmek ve oynamak için ürettiğini başkalarıyla da paylaşarak mutlu olmak.