iki gözü iki çeşme mektupların

sırılsıklam iklimlerin altında

harmattan rüzgârları, bozkır ayazları

sabah akşam biteviye yağmurlar…

eser var mı kuraklıktan, yazları?

başını alıp yollara düşmüş kavuşma

üstü başı perişan, baştan başa çamurlar

dolunaysız geceler, yorgun yıldızlar

özlem yüklü bakışlardan gamlı, boz toprak

göz açtırmaz uykuya, karabasan her firak!

bin basamak uzaktan, bellisiz bir süreden

sahralarda adım adım guruplar

biri bakar kuzeyden, biri güney küreden

birbirine iki tezat kutuplar.

iki eli yakasında mahbupların

aşk yoluna engel olan taşların

aralık soğukları, yılın ilk karları

derken cemreler düşer suya, havaya…

hicran varken yer kalır mı sefaya?

yolda kalmış bir başına kavuşma

muhtaç iken her adımda vefaya

kızıl kıyamete gebe ufuklar

gecenin eşiğinde titrerken sokaklar

ıssızlığın dudağında biçare uçuklar!

gözü yaşlı destanlardan görünen

biri nazında maşuk, biri âşık sazında

kâh dağlarda kış gören

kâh çöller aşan yazında.

iki eli şemsin toplar meczupların

aklı, fikri kündelemiş sevdalar

kuzey poyrazları, güney meltemleri

seher yıldızları temennada güneşi…

gökkuşağı göz kırpar mı semadan?

kan revan içinde koşar kavuşma

nem kaparken beher sözden, imadan

hatıralar başka mevsim dününde

püfür püfür bahar yeli önünde

bir de bakmış, ayrılıklar erir zamandan!

mangal gibi yüreklere dayanan

biri sıla toyunda, biri yasında hasret

“kavuşmaya kaç var?” diye sorarlar:

“bilir misin, söylesene ey gurbet?”