Bulutsuz bir gecede, şehir yıldızlar altında uyurken, kimseyi uyandırmadan apartmandan sessizce çıktık. Valizimizin tekerleklerinden çıkan sesle insanların uykusunu bölmemeye çalışarak bindik arabamıza. Yolculuğumuz dört arkadaş bir de beş aylık Ömer’le başlamış oldu. Sokak lambalarının şahitliğinde havaalanına doğru gidiyorduk. Birkaç gün Çin’de o büyülü medeniyetin kalıntıları arasında dolaşacak, fotoğraf çekecek, kısa da olsa orada yaşayacaktık. Güneş bulutların üstünde tatlı bir pembelikle görünüyordu. Havalanan uçağımızın camından uyanan başkent Ulanbator’u seyrettik ilk hediye olarak. 

06.10’da bindiğimiz uçaktan 8.25’te indik. Havaalanı hepimizin dikkatini çekti. Büyüklüğü, temizliği, tavanı ve zemine yansıyan ışıklarıyla farklı bir yere geldiniz, diyordu âdeta. Rutin kontrollerden sonra metroya binip valizlerimizi almaya gittik. Havaalanının büyüklüğünü siz hayal edin. Uçaktan sonra şehre gidişlerde farklı seçenekler mevcut; metro, otobüs, taksi gibi… Biz metroyu tercih ettik. Yaklaşık yirmi beş dakika sürecek bir metro yolculuğu başladı bizim için. Sadece Pekin’i gezecek ve metro kullanacaktık gezi planımıza göre.

 Kuş Yuvası- Pekin Olimpiyat Stadı

Gezimizin ilk günü otel, yemek, ortama alışma derken pek bir yere gidemedik. İlk iki gün ne sıcak ne soğuk olmayan ılık bir hava vardı. Oldukça kirli bir hava hakimdi şehre; gri duman güneşi kapatmıştı. İnsanların büyük çoğunluğu maskeyle dolaşıyordu. Bu sisli, puslu hava ruh hâlime etki etmedi değil. Bu hâliyle sevemedim şehri. Akşam methini çok duyduğumuz kuş yuvası, namıdiğer Pekin olimpiyat stadını görmeye gittik. Yapımına 2003’te başlanmış ve 2008’de bitirilmiş. Dev bir kuşun, gagasında çelik taşıyarak bu yuvayı yaptığını hayal ettim. Dünyanın en büyük çelik yapısıymış. Yapımında yüz on bin ton çelik kullanılmış, tamamı Çin’de üretilen. Kapasitesi 80 bin olan bu harika yapı, 2008 Pekin olimpiyatlarında kullanılmış. Kalabalıktı. Herkes fotoğraf çekiyor veya çektiriyordu. Büyük bir alan ve uzun yürüyüş yolu vardı. Çin kırmızısı fenerlerle süslemişlerdi. Yer yer insanların ilgisini çekecek nesnelerle donatmışlardı meydanı. Biraz dolaşıp fotoğraf çekip ayrıldık buradan. 

Büyük Bir Meydan: Tian Men

Pekin denildiğinde akla gelen belli başlı yerlerden biri Tian Men meydanı. Sisler içinde yürüyüp kalabalıklar içinde yalnız olabildiğiniz mekanlardan. Ming ve Qing Hanedanlığı döneminde Yasak Şehir’in ana girişi olarak yapılmış. 1417’de inşa edilen bu meydana Cheng Tian Men adı verilmiş. Cheng, imparatorların ülkeyi yönetirken cennetin emrine uyduklarının bir ifadesi. İki kez yangında zarar görmüş, 1651 Qing Hanedanı tarafından yeniden inşa edilmiş. Adı Tian Men olarak anılmış bu devirden sonra. Ulusun kapısı olarak da bilinir. Pekin’in tam göbeğinde. Kuzeyden güneye 800 metre, doğudan batıya ise 500 metre. İçine bir milyon insanın sığabildiği söylenir. Günümüz şehirlerindeki en büyük meydan olma özelliğine sahip. Ziyaretçileri çok, çiçekleriyle rengârenk, birbiri içinde kapılarıyla ilgi çekiciydi. 1958’de Çin Halk Cumhuriyeti’nin onuncu yıl kutlaması için meydanın tasarımında binden fazla tasarımcı çalışmış. Meydanın soğuk çehresini yumuşatmış olacaklar, yoksa bunca insanın burada işi ne? 

Bildiğiniz Şehirleri Unutun; Yasak Şehir

Tian Men Meydanı’nda kısa bir yürüyüşten sonra asıl hedefimiz olan yasak şehre yöneldik. Çiçekler içindeki bir binada gülümsüyordu Mao. Gülmüyordu, gülse dedim. O kadar uzun yoldan gelmişiz, gülerek karşılasın istedim bizi. Sarı, turuncu, pembe çiçeklerin ardından süzüyordu misafirlerini. Uzun uzun süzmeye vaktimiz yoktu birbirimizi. Hatıra fotoğrafı çektirip içeri geçtik büyük kapıdan.

Yasak Şehir’in Çincedeki tam adı; Mor Yasak Şehir, Zijin Cheng. Zi, Mora ve Kutup Yıldızı’na gönderme. Kutup Yıldızı, Çin astrolojisinde göksel imparatorun ikametgâhıdır. Yeryüzündeki imparatorun yaşadığı yer olan Yasak Şehir ise bu yıldızın yeryüzündeki yansıması. Mor renk ise imparatorun kullanımına hasredilmiş bir renk. Jin kelimesi yasak demek olup İmparatorun izni olmadan kimsenin girip çıkamamasını ifade eder. Hâlihazırdaki isminde geçen Gugong kelimesi eski saray demek. 

1406-1420 tarihleri arasında inşa edilmiş olan şehir, 720000 m2 lik bir alana yayılmış. Bu yüzden gezmek için bitme tükenme bilmeyen bir enerjiye, olağanüstü bir sabra, açlık ve susuzluğa dayanıklılığa ve anlayışlı dostlara ihtiyacı var insanın. Bu koca şehirde 890 yapı, 8702 oda var. Unesco tarafından 1987’de dünya kültür mirasına eklenmiş, bütün olarak dünyada korunmuş en geniş antik ahşap yapılar.

Dikdörtgen bir yapıya sahip olan yasak şehrin etrafı duvar ve içi su dolu hendekle çevriliydi. Kuzeyden gelen soğuk rüzgarlar ve akıncılardan dolayı kuzeyin kötülüğüne inanılırmış. Bu yüzden tüm binalar güneye bakıyordu ve girişleri güneydeydi. Sadece imparatorun gözden düşmüş cariyelerine ait kapılar kuzeye bakar, deniliyor. Gezimize güneyden başlamakla isabet etmiştik bu yönüyle.

Şehir iki parçaya ayrılmış; törenler için kullanılan dış ya da ön avlu Tian Men’e yakın olan kısım. İç avlu ya da arka saray imparator ve ailesinin yaşadığı kısım. Şehrin etrafının surlarla çevrili olduğundan bahsetmiştik. Bu duvarların dört bir yanında kapılar vardı. Güneydeki kapıdan yani Meridyen kapıdan giren bir kişi, kıvrımlı ve beş köprüyle üzerinden geçilen altın su nehriyle bölünmüş büyük bir meydanla karşılaşır. İlerisinde yüce uyum kapısı ve sonrasında yüce uyum meydanı… Bu meydanda üç katlı, beyaz mermerden yapılma teraslar yükselir. Bu terasların üzerinde saray kompleksinin odağındaki üç konak dikkatleri çeker. En güneyde yüce uyum konağı, ortada merkezi uyum konağı ve onun yanında uyumu koruma konağı bulunur. Merkezi uyum konağı en büyük olanıdır ve meydandan 30 m yükseltilmiştir. İmparatorluk gücünün tören merkezidir. Ayakta kalabilmiş en büyük yapısıdır Çin’in.

Kırmızı, yeşil, sarı ve mavinin hâkimiyeti arasında o binadan o binaya, o avludan bir başka avluya geçerken taşlar dikkatimi çekti. Bazı yerler, eski taşlarla döşeliydi. Yürümek rahatsız ediciydi belki ama oralarda yürüdükçe zamanın aradan çekilişini hissettim. Üzerinde yürünmekten kayganlaşan, oyulan mermerler bir başka etkiledi beni. Koca koca kazanlar, aslan heykelleri, imparatorluk bahçesindeki çok yaşlı ağaçlar… Mermer merdivenlerdeki birbirinden ilginç ve harika kabartmaları da unutmamak lazım. 

Yasak Şehir’in çevresinde krallık bahçeleri var. Batı yakasında Zhongnanhai, kuzey batıda Behiai Parkı… Tian Men’den girip tam karşıda gezinizi sonlandırdığınızda hemen yolun karşısında Jingsen Parkı var. Gidemediğime en çok üzüldüğüm yer burası oldu. Yemyeşil bir tepe idi. Buradan Yasak Şehir’in çok güzel göründüğü söylenir. Bütün o bina topluluğu… Keşke, diyorum hâlâ. Sisler içinde bize yukarıdan bakan mağrur tepe… Son Ming imparatorunun intihar etmek için neden burayı seçtiğini anlıyorum biraz. 

Nerede Ne Yedik?

Yemek konusundaki hassasiyetimizden dolayı gelişigüzel bir yerden yemek yemedik hiç. Kaldığımız beş gün boyunca iki farklı Uygur lokantasına gittik. Otelimize en fazla on dakika yürüme mesafesindeydi ve yemekleri lezzetliydi. Şiş kebap, küçük pide şeklinde baharatlı ekmek, Özbek pilavına benzer pilav, çiğ böreğe yakın bir yemek, köfte, samsa, ev yapımı yoğurt en çok tercih ettiğimiz yemekler oldu. Kendi kültürlerine has envaiçeşit erişte ve makarna yemekleri, çorbaları mevcuttu. Acı ve baharat yemeklere güzel bir tat vermiş. Restoranın kapısında, görevliden önce o baharat kokusu karşılıyor insanları ilkin. Fiyatlar gayet uygun. Unutmadan, yemek yerken Uygur şarkıları dinlemek ayrı bir zevk… 

Pekin’in farklı bir köşesinde buluşmak üzere.