Dünya zıtlıklar üzerine kurulu bir hayat sistemidir. Sıcak soğuk, uzak yakın, iyi kötü, yüksek alçak… İnsan da dünya toprağından yaratılmış bir canlı olarak içinde birçok zıtlıklarla yaşar hayatını. Sevgi nefret, ümit inkisar, öfke sükûnet… Kader dünyanın dengesini zıtlıklarla sağladığı gibi insan da kendi dengesini içindeki bu uçlarda bulabilir. İnsanın bu uçlarda dengeli düşünmesi, dengeli yaşaması ise içindeki sonsuz ve coşkun bir sevgi kaynağına bağlıdır.
Fark etmektir önemli olan. Sanatın ve bilimin sunduğu inceliklerin nasıl aktığını fark ettin mi hayata? Zamanı kuşatan bütün görsellerin senin dünyanı nasıl doldurduğunu bildin mi? Bir boşluk olsaydı ne ederdin? Bir dağ yamacından süzülen pınar olmak istemez misin? Ya da bir yaz akşamı ruhlara sürur veren bir yakamoz? Kuş cıvıltılarının kulaklara ipek gibi dokunduğu bir yemyeşil orman? Adına rahmet denmiş bir yağmur damlası? Bunlar sevgi değil de nedir? Beklemekten vazgeç. Sevgi boyutunda beklemek diye bir şey olmaz. Ah bir bilsen her yer sevgiden nasıl da renk renk, desen desen. Gerçekten sevgi olmayı dene istersen. Düşünsene kâinat kadar büyümeyi.
Bebekler sevgiyle büyür, gerisi biraz meşguliyet değil mi?
Zorluk mu? Elbette. Sevgiyi her şeyiyle hayata katmak, onu sözde bırakmayıp heyecan verici yaşantıların kollarına takmak kolay değildir. Ne duygusal savaşlar olur bu süreçte, bilirsin. Kırılır, dökülür ama yeniden toparlanırsın. Umudun biter, dermanın kalmaz, olmuyor dersin. Anka kuşudur biraz da bu boyut. Kendi küllerinden doğman gerekir nihayetinde. Mücadeleden vazgeçmeyen kazanır. Yol uzundur, sabır da yeteri kadardır. Geri dönme sakın. Orada seni bekleyen kömürleşmiş sönük bakışlar bulursun. Sen azmedince yanında, üstünde beklemediğin ne yüce duyguların kanat çırptığını görürsün.
Sen zaten bir gelecek inşa etmiyor musun?
Gözünü aç, gönlünü aç, etrafına bak. Yüksektesin işte. Aç kanatlarını. Gör ve hisset; acıları, sevinçleri, hasretleri, kavuşmaları, hüzünleri… Sonra yeryüzündeki her toprak parçasına bak. Sen de her yerdensin işte. Siyahsın, beyazsın, grisin, kahverengisin. Bu yüzden ses veren her sese ses vermelisin. En güzel sesler kalplerden geçer. En güzel vadiler de kalplerdedir. Ey dışarda bahar arayan gözler! Solup solup gitmiyor mu o gördüğün çiçekler? O hâlde durma, insanlara koş. Sadece insanlara. Elini ver, gönlünü ver, güzellikler ikram et. Nasıl olur, deme. Adım at, gerisi gelecek. Yol yokuş deme, az gayret et yokuş bitecek. Sen yürü nice gözler seni zaten görecek.
Sevgide körlük vardır, derler. Yerinde doğrudur belki ama sevgi görmektir, derim ben de. Tüm renkleri kendi güzelliği içinde sımsıcak görmektir. Kalplerden gökyüzüne süzülen kanatlar gibi yükselen güzellikleri, evrensel fotoğraf galerisinde sergilemek ve onları gelen gidene anlatmaktır. Ne güzel düşünmüş, ne güzel hissetmiş, ne güzel bakmış deyip her kalbin yerini, değerini göstermektir. Aklın en uçarı zirvelerinde sisten dumandan serüvenlerle tozmaktır. Sevgi görür, sevgi bilir, bilerek kabul eder, görerek kabul eder. İçtendir. İçten içe coşan nehirlerdendir. Sen bir dağsın, ne kadar da güzelsin; sen bir çölsün, kumdan tepelerin, inanılmaz vahaların ve şafak vakti göz kamaştıran güneşinle ne çok hayret veriyorsun; sen bir denizsin, beni ruhumdan tutmuş ha bire çekiyorsun. Sen bir rüzgâr gibi geliyorsun kapımdaki ağacın dallarına ve her gelişinde o nadide ellerinle bana inanılmaz bir bahar bırakıyorsun.
Bir iş yapmak gibi değildir sevgi. Mesaisi yoktur onun. Hani kuantum varlığına benzer biraz. Kıpır kıpırdır. Vardır ama o boyuta sıçrarsan bulursun onu. İnsan onda şekillenir durur an be an. Bir bakarsın başı göklere ermiş, anla ki sevgi ile gezip tozmuş, yarenlik etmiş. Bir bakarsın yerlerde yalnız taşlar gibi verimsiz, anla ki terk etmiş onca güzellikleri ve öylece kalakalmış. Mevsimi olur mu sevginin? Sanmam. Mevsimler sevgiyle gelip gitmez mi zaten? Ey gönlümün çağlar aşan mermer heykeli, seninle bu zamana her çağdan nice düşler gelmeli! Dökülmeli bir bir doğan günün şafağına ve bir tebessüme hasret nice yüzleri güldürmeli. Dokunmalı bulutlarla aklın en vahşi yamaçlarına, bir işaret olmalı hayatın en kıvrımlı yollarına. Canlılık yeniden hem bakmalı hem akmalı heyecanla, insan olmanın onuruna.
İnsan onuru biricik değil mi?
Güneşi bilirsiniz. Hani çok uzaktadır. Ama o uzaklıktan sayısal ifade ile sekiz saniye gibi kısa bir zaman diliminde geliverir evimize, bahçemize, içimize. Onun ışığı kendine değildir. O yanar. Bak milyonlarca çiçek onunla açar. Korkma, sevince çoğalırsın güneş gibi. Yoksa paylaşmaktan korkuyor musun? Kendine saklasan ne kadar saklarsın dünyayı? Kendini sevdiğini söylemen de yalan olmaz mı bu durumda? Sevgi dar mekânları sevmez ki. Bak bir atmosfer olmuş sarmış hepimizi. O kadar çok ve o kadar canlı ki. Sadece dokunmak, sadece hissetmek ve kabul etmek… Ama onu kendine saklamayı düşünme sakın, yazık edersin. Kalbin güneş gibi olsun ya, işte daha ne istersin? Bedenin gurup etse de sen her gün fecir vakti yeniden tulu edersin.
İşte o zaman mecazlar âleminden hakikatler şehrine inersin.
Sevgi dar mekânları sevmez, demiştim. Gerçekten sevgi mekânları genişletir, sevgisizlik ise aynı mekânları daraltır. Bunu temsil eden ne çok zavallı var dünyada. Koca dünyayı dar ederler insanlara. Daraltırlar mekânları; ışıktan, çiçekten mahrum, taş ve demir kesilmiş kendi kalpleri gibi. Ama bilmez onlar o dar ve karanlık mekânların sevgiyle nasıl aydınlandığını, genişlediğini. Biz vadi deriz nehirlerin aktığı yerlere. Dedim ya sevgi dar mekânları sevmez, sevgi üç boyuta sığmaz. Sevginin olduğu yer dar olmaz.
İnsan sevgi boyutunda ise uzun süre darlanmaz ki.
Maddenin üçüncü boyutunda duyguları yorumlamak için kelimeler yetersiz kalıyor. Fizikî âlemde bir buhar zerresinin, gözüne bir toz tanesi kaçınca nasıl yağmur olup yağdığını izah etmek mümkün. Ancak bir kötü sözden dolayı iki insan arasındaki mesafe birdenbire nasıl oluyor da kilometrelerce açılıyor, kim izah edebilir? Sevginin genişliğini, nefretin darlığını, kim resmedebilir? İnsan sevgi âlemine girince içinde gezdiği boyutları hayretle izler. Yanlış anlaşılmasın sevginin bütün boyutları, örnekleri var bu âlemde. Bir çocuğun elini tutup onunla şarkı söyleyin ya da dua edin. Umutları suya düşmüş bir gönle yaklaşın, onun umudu olun, sıcaklığınızı samimiyetinizi ona hissettirin. Yalnızlığın çekingen, tedirgin ayak izlerinde bir gölgeyi takip edin. Sonra güneş gibi açın ufkunu.
Neye koysanız artıyor mu sevginiz? İşte artan sizsiniz. Daha ne diyeyim?
Hangi dili konuşursan konuş, sevgi alfabesini kullan veya hangi alfabeyi kullanırsan kullan sevgi dili ile konuş. Gördün ya sen de bir nehrin üzerine kurulmuş köprünün korunaklarına renk renk kilitler asılmış. Kilitlerin üstlerine de kalpler çizilmiş ve anahtarlar suya atılmış kilitler sonsuza değin açılmasın diye. At anahtarı suya. Anladın ya suyun, anahtarın, kilidin dilini. Bu bir temsil sadece.
Kaç dünya bir sevgi eder düşünsene.
Ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi sevgi herhalde.
Sevginin tüm dünyayı evreni kusatması dileklerimle …
teşekkür ederim hocam. hasbel kader böyle güzel bir platformda olmanın semeresi belki..