-I-

uzun bir bekleyiş mi var

     sisler durağında,

gün batımı renkleriyle

     yanarken akşam?

ceberut ayazlara müptela

     bir sokak dolusu çınar

efsanevi düşlerine

     kanarken heybetli çam

pelesenk olmuş diline

     “uzun, ince…” notalar

kalender bir yolcunun

     çizerken turfanda rotalar…

dal budak salmış ayrılık

     yükü yorgun şarkılar

soğukmuş meğer yalnızlık

     kaldırım taşları kadar

yolun izbe yerinde

     meskun mu muhayyel kavuşmak?

hazan yağmurlarıyla

     sırılsıklam güz rengi her yaprak

derler ki şahittir gökçe sema

     şehrin toprağına, taşına

adına gönülden doğma

     şiirler yazılan gözyaşına?

-II-

hazin bir özleyiş mi var

     sisler durağında,

laciverdî rüyalarına

      uyanırken âmâ gece?

bir poyraza giriftar

     kostak denizyıldızları

masal kuşu konarken

     Kafdağı’na sessizce

gönlünde uçuk bir renk

     her gelen ve gidenin

albenili koyların

     unutulmaz kırağında

koca yürekli denizde

     onca meçhulün sızısı

atıp dururken bir kalp

     “narin” yüzlerde yankısı

doğar diye ansızın

     ufukta mahmur sabahlar

masallar yazılmış uğruna

     zaman ipliğinden yerince

maviş dalgalara tutkun

     hülyalar arasından

kurtulur tutsak yıllar, suskun

     ve naçar yarasından.

-III-

derin bir serzeniş mi var

     sisler durağında,

tulu hatıralarını

     yazarken körpe sabah?

bir boradan muzdarip

     gök kubbe ve koca yer

küme küme bulutları

     aşarken kavruk bir ah!

gözyaşını silerken semaviler

     gamlı yağmurların

yükselir katman katman 

     ağırbaşlı maviler

gülsün diye yıllardır

     o pek endamlı sıla

uğruna nağmeler okunan

     dört mevsim, her fasıla

vurup durur usulca

     binler tik tak, zamandan

artar dehlize sızan,

     içten bir nida: el’aman!

ve en güzel buluşma

     yazgının burağında

sessizce çökerken toz duman

     sisler durağında.