Kardelen’im,

Nasılsın? Ben yine sana yazmaya nereden başlayacağımı bilemediğim bir mektubun başındayım. Zaten sen gittiğinden beri yaşamaya bile nereden başlayacağımı bilemediğim sabahlara uyanıyorum. Her geçen gün türlü türlü handikabın içinde kayboluyorum. 

Bazen öyle yazmak geliyor ki içimden, kalbimden, ruhumdan… Dünyadaki tüm kâğıtları, kalemleri tüketecekmişim gibi… Bazen de kalemim hiç oynamıyor; ne yazsam zaten söylenmiş, yazılmış gibi… Bunca yaşananların üzerine yazılacak bir harf dahi kalmamış gibi… İşte bu ikilem, beni kafes gibi sardığında nefes alamıyorum. Aklıma ilk gelen seni aramak oluyor. Seninle dertleşmek, sesini duymak… Sonra artık seni arayamadığımı hatırlayınca dipsiz bir kuyuya düşerken buluyorum kendimi. Yokluğunun beni ittiği bu dipsiz kuyuya bugün bir isim verdim: ‘‘Yalnızlık kuyusu’’ Gittiğinden beri kana kana içiyorum. 

Yaşadığım kalem tutulmasının bu kez ne kadar süreceğini bilmiyorum. Hayatımın kaçıncı kez altı üstüne geliyor, zaman kaçıncı kez donuyor, bilmiyorum. Yazacağım tüm hadiseleri içimde sıraya koydum. Biliyorum, anlatmazsam altından kalkıp üstesinden gelemeyeceğim. Delirecek gibiyim. Pencereleri açsam, bağırsam avazım çıktığı kadar; atsam kendimi yollara ve koşsam, koşsam, koşsam… Dizlerimin üzerine yığılsam, düştüğüm yerlerden sen kaldırsan beni. Çıkamıyorum bu kuyulardan. Hayatın terazisinde bir kefeye sensizliği koyuyorum; diğerine ne koyarsam koyayım sensizlik ağır basıyor. Keşke gitmeden bu duyguyla nasıl başa çıkacağımı da öğretseydin. Belki de ilk kez bu kadar kızgınım sana. 

Yokluğunla nasıl dertleşilir bilemediğimden her mektupta aynı yörüngede turumu tamamlayıp vedalaşıyorum seninle. Sonra sahile gidip tek başıma saatlerce denizi izliyorum. Bana kilometrelerce uzun gelen iskelede sana yazamadığım onca yükün ağırlığıyla yürüyorum. Bu sahile ilk geldiğim zamanlar, içimden seninle konuştuğumu bilmediği için dertli duruşuma bakarak iskeleden atlayacağımı sanan memura acı bir tebessümle selam veriyorum artık. Sonra ne mi yapıyorum? Denize karşı oturup hiçbir açıdan yüzümün görünmediği o bankta gözyaşlarıma kavuşuyorum. Gözlerimde yaş, kalbimde sızı… Kulağımda Barış Manço şarkısıyla birlikte içinde olduğum kafesten, üzerimden uçup giden kuşların özgürlüğünü izliyorum. Belki senin yanına göç ediyorlardır diye onlarla uçtuğumu hayal ediyorum. İnsanın hayalleri de tutsak olamaz ya!

     Hayat kimileri için tek bilinmeyenli bir denklem iken kimileri için sonsuz bilinmeyenli bir çıkmazmış. Sen gittiğinden beri benim denklemimin bilinmeyenleri her geçen gün çoğalıyor. Şimdi sonsuz bilinmeyenli bir çıkmazdayım. Hangi bilinmeyene ne değer verirsem vereyim, yok çözülmüyor.

Nefes alamıyorum. Bak ellerim de titriyor ve yine aynı yörüngede tamamlıyorum cümlelerimi. Kalemi bırakır bırakmaz sahile gideceğim. O bankta yalnızlığı içerken deniz kokusunu sığdırabildiğim kadar çok sığdıracağım içime. Ve yarın kahvenin en acısını yapıp bitip tükenmeyecek bir kalemle içimi tümden dökeceğim sana. Yarın. 

Öyleyse Kardelen’im yarına kadar hoşça kal…