Hayat, dönüşü olmayan bir yolculuk her fani için. Her an birilerinin yol arkadaşlığına katılıp kiminin vakitli kiminin vakitsiz ayrıldığı bir güzergâh. “Bak keyfine, yan gel de yat!” dediği an da var insanın “Yaşamaktansa bin kez ölmeyi yeğlerim.” dediği zaman da. Yarım kalmış işler ve ulaşılamamış hayallerle hayatı bitirenler, “Ben dolu dolu yaşadım, ne istediysem yaptım.” diyenlerden çok çok fazla. Neredeyse her giden vakitsiz ayrılıyor sevdiklerinden. İnsanlar rıhtımdan ayrılan sessiz gemilerin arkasından ancak nemli gözlerle bakakalıyor.

Bosna’da meşhur bir sevdalinkada ne güzel ifade edilir:

Acelen ne, be hey ömrüm Kud se zuris, hej zivote

Az duruver, yalvarırım Stani malo kad te molim

Gençliğimi alıyorsun Sto odnosis moju mladost

Deli gibi bağlandığım Kad znas da je silno volim

Öne katıp götürürsün Ti prolazis i odnosis

Aşk, heyecan ve sevincim Ljubav, srecu i veselje

Be hey ömrüm, az duruver Stani malo, hej zivote

Yarım kaldı hayallerim Da ispunim svoje zelje

“Acep Bir Karuban Hane Bu Dünya” şiirinde, dünyaya gelen herkes, vefası ve sefası olmayan bu fani dünyada birer kervan gibi hanlara konup göçer. Bu sahneyi görenler hayretle seyreder ancak. Şiirin ikinci kıtasında ise civanlar cefayla pir olurken, ne gedalar ne de emirler güler bu hayatın yaşandığı misafirhanede. Böyle diyerek dünyada insanlar arasındaki sosyal mertebelerin, hayatın sonunda bir farkının olmayacağı dile getirilir. Her gencin yaşlanacağı, hayatta kim olursa olsun az çok sıkıntılar çekeceği ve herkesin eninde sonunda buradan göçeceği ifade edilir.

İnsanlar, hayatta makam ve servet gibi şeyler elde etmek için didinip dururlar. Hayatın baharında kendilerince birer bahçe yaparlar. Güz gelip hazan vurunca isteseler de bahçenin bozulmasına mani olamazlar. Ondandır ki “Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar” diyor Cahit Sıtkı. Aynı şiirinin bir başka dizesinde de “Delikanlı çağımızdaki cevher gözünün yaşına bakmadan gider. ” demekten kendini alamıyor. 

Hızlı geçen gençlik çağının ardından insan, hayatının sonuna her geçen gün biraz daha yaklaştığını hissetmeye başlar. İşte o demler, ömrün sonbaharıdır. İnsan bu eyyamda geçen ömrünü hayalen karşısına alır. Ona bir askerî tören gibi geçit yaptırır ve bölük bölük her hatırayı selamlar. Kurduğu hayaller gözünün önüne gelir ve sonunda ne baharı ne de yazı yaşayamadığı hissine kapılır. Tıpkı Tayyib Atmaca’nın aşağıdaki mısralarında olduğu gibi:

“Selâm dur ey ömrüm, geldi sonbahar

Geçsin hatıralar tören adımla

Kelebekçe özgür hülyalar kurdun

Ne baharı gördün, ne yazı gördün

Selâm dur ey ömrüm, geldi sonbahar.”

Hayat sonbahara erince kimilerine göre, Yahya Kemal’in dediği gibi günlerin nasıl geçtiğinin çok ehemmiyeti kalmamıştır. Çünkü geri dönülmez noktaya gelinmiştir artık. Bundan sonra gönül rahatlığıyla o simsiyah kapıdan geçip gitmek kalmıştır: 

“Ah, dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç

Bu son fasıldır, ey ömrüm, nasıl geçersen geç!

Ya şevk içinde harap ol, ya aşk içinde gönül!

Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül”

Öte taraftan kimilerine göre ise hayatın sonbaharı, gelecek kış için hazırlık yapma devridir. Kışın azıksız kalmamak için yazdan çalışmak icap etmektedir. Eninde sonunda kış, her yıl geldiği gibi bu yıl da gelecektir ve zahiresiz kalmamak gerekmektedir. Yazın ve sonbaharın güneşli günlerinde insanın kendini rehavete kaptırması, kışın ayazda kalması anlamına gelecektir. Aşağıdaki şiirin sözleriyle bu durum kendine böyle yer bulur:

“Aman lütfi gibi gafil bulunma
Ölümdür akibet ferah salınma
Sonunda sen de ölürsün alınma
Gelen gider konan göçer bu elden”

Peki, bu hayat yolculuğunu bir noktada özellikle de gençlik çağında durdurmak mümkün mü? İnsanlık tarihi boyunca birçok kimse gençlik pınarları aramış, binbir türlü yolla yaşlanmanın önüne geçmeye çalışmıştır. Ancak bu gayretler hep hüsranla neticelenmiş ve gençlik günden güne elden çıkmıştır. Öyle ki hemen bütün toplumlarda ölümsüzlük iksiri binlerce yıldır aranan bir efsane olmuştur. Abıhayat, ölüleri diriltmekte, yaşayanlara da ebedî hayat vermektedir inanışlara göre. Amma velakin hayat suyunu bulan bir faniye yeryüzünde şimdiye kadar tesadüf edilmemiştir.

İnsan, ilerleyen yaşlarında gençliği elden gidince, bazen geriye dönüp o günleri yukarıdaki sevdalinkanın sözlerinin devamında olduğu gibi özlemle anar:

Tekrarı yok hayatın bak Kad bi mog’o da sacekas

Be hey ömrüm, acelen ne Kad se samo jednom zivi

Görmek artık bana ırak Sto se zuris, hej zivote

Güzel olan her ne varsa Zao mi je da ne vidimd 

Keşke azcık bekleseydin U prirodi sve lepote

Yıllarımı geçirmeden Da godina koja prodje

Gençken bileydim kıymetin Da prozivim u mladosti

Yaşlılık kapım çalmadan Da mi starost jos ne dodje

Peki, gelip geçilen, konup göçülen bu dünyada ne yapmak gerekir? Abıhayatı bulamayan insanoğlu, ölümsüzlüğü bıraktıkları eserlerde bulmuştur. Yeri gelmiş bir eser kaleme almış, yeri gelmiş bir bina inşa etmiş, yeri de gelmiş tarihe geçecek ve arkadan gelenlerin adını anacağı işler yapmanın peşine düşmüştür. Acak bazıları arkadan hayırla yâd edilirken bazıları da tarihe kötü insanlar olarak geçmiştir. Bu noktada Bâkî’nin;

“Avazeyi bu âleme Dâvûd gibi sal

Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş”

dediği gibi herkes bu gök kubbe altında bir süre yaşıyor. Fakat mühim olan geriye güzel bir hatıra bırakmak.