Türkçeye ve Barışa Adanan Bir Hayat: 

İrina Prushkovska – Ahmet AYDIN

Değerli İrina Hanım’la, 2008 yılında, Ukrayna’nın Kiev Taras Şevçenko Üniversitesi”nde, “Yahya Kemal Semineri”nde tanışmıştık. Ukraynalı meslektaşlarımızla yapılan o seminerden sonra da dostluğumuz devam etti. Ukrayna’nın Kiev Millî Taras Şevçenko Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, Yabancı Diller Bölümü”nde profesör olarak görev yapan İrina Hanım’ın, aynı zamanda Türkçeye, barışa ve insanlığa adanmış bir yaşamı var. Babası Polonyalı, annesi Ukraynalı ve kendisi de tam bir dünya insanı. Ricamı kırmadı ve kendisiyle gerçekleştirdiğimiz güzel bir söyleşi ortaya çıktı.

Ahmet AYDIN: Türk dili sahasında çalışmaya ilk ne zaman ve nasıl karar verdiniz?

İrina PRUSHKOVSKA: Kiev Taras Şevçenko Üniversitesinde, Türkoloji Bölümü”nü bitirdim.  Güzel ve enteresan bir bölümdü. Çünkü Türkoloji Bölümümüz vardı. Daha doğrusu Doğu Dilleri Fakültesi vardı. Sonra bölümlere ayrıldı. O zaman bu fakültede Korece, Çince ve bir de Türkçe vardı. Sanki Arapça da vardı, diye hatırlıyorum. Ukrayna’nın bağımsızlığından 9 sene sonraki zamanlardan bahsediyorum. Bölüm ilgi çekiyordu ama Doğu dilleri hakkında çok bir şey bilinmiyordu. O yüzden bu bölümü seçtim. Sonra bölümü bitirdim. Ardından master ve doktora devam etti. 2016 yılında profesör oldum ve çalışmalarıma hâlen devam ediyorum.

A.A: Türkçeyi öğrenmeye ilk başladığınızda yapı ve şekil bakımından sizi zorlayan konu oldu mu? 

İ.P: İşin açıkçası birinci yıl benim için zordu. Öğrenmeye ilk başladığımda yapı ve şekil bakımından beni zorlayan konular vardı. Yüksek lisansı bitirdiğimde hemen öğretmen olarak çalışmaya başladım. Öğretmenliğe ilk başladığım zamanlar, her dersten önce hazırlık yapmak zorunda kaldım. O hazırlıkları yaparken fark ettim ki ben dili konuşabiliyor, anlayabiliyor ve okuyabiliyorum. Telaffuzum da normal ama grameri anlatamıyorum. Çünkü o alan kafamda çok karışık. Neden karışık? O dönem kaynak eksikliği çekiyorduk. Türkçe öğreten Ukraynaca kaynaklar neredeyse yoktu. Var olan eserler Rusçaydı. O zamanki Rusça kaynaklar da dağınık bir şekilde yazılmış eserlerden oluşuyordu. Bir bütünlük yoktu. Bu mecburiyetten dolayı ben hem kendim hem üniversite için hazırlık kitapları buldum. Sonra Türkiye’ye de gittiğimden dolayı o kaynaklara daha rahat erişebildim. Onlardan faydalanınca konular kafama oturdu ve 5-6 sene sonra kendi Türkçe kitabımı yazdım. Başarılı olup olmadığı konusunda ben bir şey demeyeyim ama daha derli toplu ve disiplinli bir kitap olduğu açıktı.

Özet olarak beni zorlayan, o dönem bu kaynakların olmaması ve var olanların da dağınık bir sistemle oluşturulmuş olmasıydı. O dönem, birçok öğrenciyle birlikte, bütün zorluklara rağmen ben de Türkçeyi  öğrendim.

A.A: Malumunuz Türk dilinin uzun bir tarihi var. Yüzyıllar süren bir süreçten sonra Türk dili bu seviyeye geldi. Türk dilinin sizi en çok etkileyen yönü nedir?

İ.P: Türk dilinin beni pozitif etkileyen kısmı alfabesinin Latince olmasıydı. Ama tabii ki her dil belli süreçlerden geçiyor. Mesela Türkçede kesme işareti, önceleri daha çok kullanıyordu, şimdi ise azaldı. Bir kelimenin doğru yazılışı nasıl diye birçok kaynağa bakıyorsunuz. Bunu niye söyledim? Her dil, bir yolculuk yapıyor ve bu yolculukta değişiklikler kaçınılmaz oluyor.

A.A: Biraz da hobilerinize dönelim mi? Eğitimin dışında neyle uğraşmak sizi dinlendiriyor?

İ.P: Benim hobilerim genellikle eğitimle ilgili. Yeni metotları uygulamayı seven öğretmenler grubu diye bir grup kurdu arkadaşım. Biz onlarla beraber ortak bir kitap seçip okuyoruz ve haftada bir online görüşüyoruz. Herkes kitaptan anladıklarını, kendince ilginç bulduğu yerlerini paylaşıyor.  Yaklaşık iki yıldır böyle bir hobinin içindeyim. Yine bir başka hobim, Türk dili edebiyatı öğretim metotları üzerine. Bu alanda öğrencilerimin hayatlarını, eğitim ve öğrenimlerini kolaylaştırmak için çalışmalar yapıyorum. Bu da beni çok dinlendiriyor. Yine zaman kalırsa güzel ve enteresan filmler izlemeyi seviyorum. Hayattan ders çıkarabileceğim eğitimle ilgili filmler bunlar. Buna da uzun zamandan sonra vakit bulabilmek beni sevindiriyor.

A.A: Okumak sizin gölgeniz gibi, sizi hayatta yalnız bırakmayan bir unsur. Türk edebiyatında okuduğunuz, en çok etkilendiğiniz yazar ve şairler kimlerdir?

İ.P: Türk edebiyatının dili çok zengin. Benim 15 yıl önce okuduğum eserler, beni hâlâ etkileyebiliyorsa bunun gücünü bir düşünün. Son 10 senedir, daha çok Türk tiyatro eserlerini ve şiirlerini okuyorum. Mesela Cemil Meriç, beni etkileyen isimlerden biri. 20. yy başında Türk kimliğiyle ilgili derin eserleri olan bir mütefekkir o. Meriç’teki “Farklı kültürlerden faydalan ama kendi kimliğini kaybetme!” düşüncesi, harika ve olağanüstü geliyor bana. Yine son zamanlarda Yusuf Bal’ın görsel şiirleri de beni etkileyen eserler arasında. Şiirlerindeki anlam derinliği ve görselliği harika olan bir şair. Ama gariptir ki onun yazarlar birliğine girememesi ve tam kabul görmemesi bana çok ilginç geliyor. Beni etkileyen bir başka yazar, 2019 yılında vefat eden Tuncer Cücenoğlu. Cücenoğlu’nun yazdığı oyunların çoğu hem güncel konulardan oluşuyor hem de birçok dile kolay çevriliyor. Oyunları farklı ülkelerde sahneye konuldu. Çünkü değindiği problemler her ülkede ortak. Benim için başka enteresan bir şair ve yazar Murathan Mungan. Bazı yazıları çok derin bazıları ise anlaşılmıyor. Ama Türk geleneklerini gösteren güzel materyaller sunuyor. İster hikâyeleri olsun ister romanları olsun hepsi çok düşündürücü. Hatırladığım güzel bir paragrafı var onun. “Yüksek Topuklu Ayakkabı” romanında diyor ki: “İstanbul’da trafik ışıkları o kadar uzun yanıyor ki insanlar ışığı beklerken Orhan Pamuk’un romanını bitirebilir.” 

A.A: Hayatınız, mesleğinizi seçtiğiniz andan itibaren Türkçe ile geçiyor. Türkçenin yabancı dil olarak öğretilmesi konusunda ne düşünüyorsunuz? Türk dili, öğrenilmesi ve öğretilmesi zor bir dil midir?

İ.P: Türk dili ve edebiyatını öğreten biri olarak şunları söyleyebilirim: Edebiyat öğretmek zor ama dil çok daha kolay öğretiliyor. Bir şeyler okutmak zor. Günümüzde gençler kendi dillerinde bile bir şeyler okumayı istemiyorlar. Dili sevdirmek için neler yapabiliriz? Bunu hep beraber düşünmeliyiz.

Türkçe’nin  öğretilmesine gelirsek, kesinlikle başka dillerden çok daha zor bir dil değil. Hatta bazı dillerden çok daha mantıklı olan bir dil diye düşünüyorum. O yüzden öğrenilmesi zor değil. Öğretilmesi biraz zor. Neden mi? Çünkü kaynak sayısı çok az. Ben birçok dil bilen Amerikalı bir araştırmacı dinliyorum YouTube’da. O diyor ki: “Yani bazı yabancı dilleri, bazı insanlar kendi kendine öğrenebiliyor. Bir hocaya ihtiyacı yok. Kaynak varsa problem az diye düşünüyorum.” 

Maalesef Avrupa dillerinde olduğu kadar Türkçede fazla kaynak yok. Dinlemek için, okumak için vs. Mesela İngilizce okumak istiyorsak, okuma becerimizi geliştirmek istiyorsak, telefonlarda çok güzel aplikasyonlar var. Yüklüyorsunuz, okuyorsunuz, kelimeyi tıklayınca anlamını görüyorsunuz. Ya da otomatik olarak sana birisi okuyor telefondan. Almanca, İtalyanca gibi farklı dillerde de bu tür zenginlikleri rahatça bulabiliyorsunuz.

Türkçede bunlar hemen hemen hiç yok. Metin sayısı çok az. Mesela bir dil öğretebilmek ve öğrenebilmek için ilgi ve motivasyon lazım değil mi? Özellikle şimdiki gençler daha çok dil öğreniyorlar. Onlara motivasyon kaynağı gerekiyor. Enteresan bir şey okuyacaklar, enteresan bir şey dinleyecekler. İşte bu alanlarda zenginlik gerekiyor. Kaynaklar var ama yeterli değil.

A.A: Türkçenin zenginliği, anlatım gücü ve söz varlığı hakkındaki düşünceniz nedir?

İ.P: Türkçe tabii ki çok zengin bir dil. Farklı kelimeler çok, kelimelerin eş anlamlısı çok. Doğal olarak din ve kültürün çok etkisi var dilde. O yüzden de Türkçe çok zengin. Türk dilini ve edebiyatını yüzde yüz anlayabilmek ve hissedebilmek için dinî literatürü ve kültürel motifleri kesinlikle bilmek gerekiyor. O yüzden bu ayrı bir zenginlik Türkçe için. Anlatım gücü çok güçlü bir dil. Başka dillerden gelen kelimeler de renklilik katıyor Türk diline. Söz varlığı söylediğim gibi çok zengin. Ne kadar öğrensek az diye düşünüyorum. 

A.A: Yurt dışında, Türk dili sahasında yapılan araştırmaları yeterli buluyor musunuz? Ukrayna’da Türkçe alanında bu alanda hangi güçlü isimler aklınıza geliyor? Geçmişten geleceğe önemli şahsiyetler kimler?

İ.P: Şöyle ki: Bu konuyla ilgili benim makalelerim var, onun üzerinde ben çok durmayayım. Arzu edenler oraya müracaat edebilir. Yine de güçlü isimler hakkında konuşacak olursak,  Türkçe için küçük bir araştırma, bir kitapçık yapan bir insan bile güçlü isim olarak sayılabilir diye düşünüyorum. Çünkü bunların hepsi katkı, bunların hepsi gerekli. O yüzden tüm katkılar önemli. Ukrayna’da ilk bilmemiz gereken isim Ahatangel Kırımski. Kırımski, çok dil bilen bir insandı ve çok güzel araştırmalar yaptı. Tabii ki bazı şeyler tartışılabilir çünkü o 1900’lerde yazdı bunları. Sovyetler Birliği’nin etkisi vardı onun üzerinde. Günümüzde çalışmalar daha da arttırılarak daha zengin kaynaklar şekliyle yerini bulmalı diye düşünüyorum.

A.A: Türkçe, yeni öğrenenler için kimine göre zor bir dil, kimine göre matematik gibi öğrenimi kolay bir dil. Siz, Türkçeyi yeni öğrenenlere neler tavsiye edersiniz?

İ.P: Ben ilk önce şunu tavsiye ediyorum, Türkçede bir sürü kalıp var. Mesela gramer kalıpları var. Kalıp derken, deyim demiyorum. Söz gelimi şimdiki zaman nasıl yapılıyor? Nasıl kurgulanıyor ya da gelecek zamanın formülü nedir? Ben öğrencilerime şöyle diyorum: “Siz bu formülleri gözünüzün önünde bulundurursanız sizin hayatınız kolaylaşır.”

Benim öğrenci olduğum dönemde, biz bunların hepsini ezberlemek zorunda kalıyorduk. İşin açıkçası süreç uzuyordu biraz. Ama şimdi ben izin veriyorum; öğrenciler o formülleri kullanarak yapıyorlar, grameri rahatlıkla çözüyorlar. Çok daha kolay. Kelime hazinesi de çok önemli kuşkusuz. O yüzden herhangi bir dildeki gibi ben hatırlatılacak doneleri veriyorum. Buna ek olarak mutlaka kültürel bilgi veriyorum öğrencilere. O zaman, dile daha çok hâkim olabiliyorlar.

A.A: Türk Edebiyatı, dili dolayısıyla kültürü bildiğimiz kadarıyla Ukrayna’da da farklı üniversitelerin bünyesinde öğretiliyor. Ukrayna’da Türk diline bir ömür vermiş bir akademisyen olarak Türkçenin Ukrayna’daki serüveni hakkında neler söyleyebilirsiniz?

İ.P: Ukrayna, 1991’de bağımsızlığını kazandı. O dönem yavaş yavaş tercümanlık bölümleri açılmaya başladı. Ben, o zamanlar Türkçeyi seçtim. Ve yavaş yavaş ilerlemeye başladım. Şimdi tabii ki bu sıkıntılar arkada kaldı. Yani süreç bugüne kadar güzel geldi diye düşünüyorum. Çünkü bugünlerde birçok üniversitede Türkçe ve bir kısmında Türk edebiyatı öğretiliyor. Bundan başka Gagavuzca öğretiliyor, Azerbaycan Türkçesi öğretiliyor. Kırım Tatarcası şimdi çok popüler ve bu alanda yeni kitaplar çıkıyor. O yüzden Ukrayna’da Türk dilleri genel anlamda çok popüler oldu. Güzel bir serüveni var Türkçenin. Devam da ediyor. Şu an Çince ve Arapça ilk sırada olmasına rağmen Türkçe, gelişimini her geçen gün arttıran bir tempoyla devam ediyor Ukrayna’da.

A.A: Bildiğimiz kadarıyla İngilizce, Rusça, Türkçe gibi birkaç dili iyi biliyorsunuz. Bir öğrenci gözüyle, Türk dilini öğretme sürecinde öğrencilerin en çok zorlandığı ve anlamada sıkıntı çektiği konular hangisidir?

İ.P: Evet. İngilizce, Rusça,Türkçe ve biraz Lehçem var. Birazcık da Almanca şimdilik ama çok değil. Çok zorlandığım, sıkıntı çektiğim konular yok Türkçede. Neden mi? Çünkü gramerin çoğunda karşılık var. Yani minimum bir iki dil bilen bir öğrenci için Türkçe kesinlikle zor bir dil değil. Yalnız sıkıntı şu olabilir: Öğretmen tarafından dili tam anlatamama veya bazı kelimelerin telaffuz problemi olabilir. Bu ikincisi benim fikrim değil; öğrencilerin ifadesi ve şöyle diyorlar: Mesela Avrupa dilleri öğrenildiği zaman kelimeler az çok birbirine benzeyebiliyor ama Türkçede kelimeler çok farklı olduğu için onları ilk başta ezberlemek ve akılda tutmak zor. Çünkü hiçbir çağrışım yapmıyor kafada. O açıdan zorlanıyorlar ama bence sıkıntı çekilen konular çok yok diye düşünüyorum. 

A.A: Türk dilini vasıflandırsaydınız nasıl bir sıfat kullanırdınız?

  İ.P: Şu iki sıfatı kullanırdım Türkçe için: Empati dili ve cana yakın bir dil.

A.A: Aynı zamanda 3 güzel kız çocuğu sahibi bir annesiniz. Hem içerde hem dışarda dengeli ve aktif bir hayat sürdürebilmek kolay değil. Siz bu örnek duruşunuzla da başkalarına ilham oluyorsunuz. Çocuklarınız da çok dilli bir atmosferde yetişiyorlar. Siz, hem bir anne hem bir eğitimci hem de akademisyen gözlüğüyle onların geleceği noktasında nasıl hayaller kuruyorsunuz?

İ.P: Öncelikle çocukların birkaç dilinin olmasının çok büyük bir artı olduğunu düşünüyorum. Önemli gördüğüm bir mesele bu. Birkaç dilli büyümek çok güzel. Hatta çocuklar sonradan bile öğrenmeye başlasalar, o da çok güzel bir şey. Yani şimdiki dünyada dil bilmek o kadar pozitif, o kadar önemli bir hâl aldı ki anlatamam. Sonradan yabancı bir dili öğrenmek daha zor oluyor. 

A.A: Üzücü bir alana değinmeden geçemeyeceğim maalesef. 24 Şubat 2022’den beri Ukrayna’da bir zulüm ve savaş yaşanıyor. Bu savaş, sizin mesleki ve genel hayatınızı nasıl etkiledi? Dünya ülkelerinin bu zulme karşı gösterdiği tutumu nasıl buluyorsunuz?

İ.P: Savaş, mesleki ve genel hayatımı maalesef aşırı derecede etkiledi. Aslında birçok konuya değinilebilir bu çerçevede ama ana mevzu şudur: İnsanın meslekten alınması çok zor bir durum. Aşırı derecede zor. İyi ki benim alanım dil ve edebiyat. Ve ben bunu online olarak götürebiliyorum. Bu, işimin olumlu bir yanı. Başka bir alan olsaydı nasıl olurdu? Bunu hiç düşünemiyorum. Çünkü ben ülkemden ayrılmak zorunda kaldım ve her şeyim geride kaldı. Bu, benim için son derecede zordu. Öğretmenlik beni rahatlatıyor. Psikolojik anlamda benim ilacım diye düşünüyorum. Depresyona karşı ilaçlarım diyeceğim şey, bu süreçte mesleğim oldu. O yüzden çalışabilmem, hâlâ bu işi yapabiliyor olmam, benim için işten ziyade dediğim gibi bir tedavi. 

Savaştan dolayı Kiev’de ve bizim üniversitemizde Doğu dillerini iyi bilen hocaların bir kısmı ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. Biz de savaştan kaynaklanan sebeplerden dolayı ülkemizden ayrılmak zorunda kaldık. Hepimiz başımızı sokacak sakin bir yer aradık. Hocaların çoğu yurt dışında iş bulabildiler. Sıkıntıyı ise ülkedeki üniversite ve Doğu dillerini öğreten kurumlar ve insanımız yaşıyor. Umarım ilk fırsatta dönülebilir hâle gelir ülkem. Yeni nesil de arkadan geliyor. Zulüm çok ağır. 

A.A: Ukrayna’nın geçirmekte olduğu bu zor günlerinde, dergimiz vasıtasıyla edebiyat dünyasına, meslektaşlarınıza  vermek istediğiniz özel bir mesajınız var mı?,

İ.P: Dergiyi çıkaran, hayatta tutan, emeği geçen herkese çok teşekkür ederim. İyi ki güzel şeyler yapabiliyorlar ve ayakta tutabiliyorlar ümidi. Güzel bir çalışma ortaya koyabilen herkese kolaylıklar diliyorum.

A.A: Biz de Helezon dergisi olarak samimi cevaplarınızdan dolayı size çok teşekkür eder, bize değerli vaktinizi ayırdığınız için şükranlarımızı sunarız.