Çeviri: Semih YILMAZ

ÖZ GEÇMİŞ

Robyn Rowland İrlanda-Avustralya vatandaşı ve 30 yılı aşkın süredir İrlanda, Avustralya ve Türkiye arasında yaşıyor. 2009’dan beri Türkiye’de çalışıyor, öğretmenlik yapıyor ve okuyor. 102 yaşında hayatını kaybeden babasıyla ilgilenmek için Aralık 2019’dan 2022’nin sonlarına kadar Avustralya’da yaşadı. 11’i şiir olmak üzere 14 kitabı var. 50 yılı aşkındır şiir yazıyor ve yazdığı şiirlerle pek çok ülkede ödüller kazandı. 

Robyn Rowland, edebiyat ve şiir üzerine çok sayıda kitap eleştirisi, dergi makalesi ve kitap bölümleri yayınladı. Şiirleri dokuz ülkedeki ulusal/uluslararası dergilerde, kırk beşten fazla antolojide ve Best Australian Poems’in sekiz baskısında ve Being Human’da yayımlandı (ed. Neil Astley (Bloodaxe Books, Birleşik Krallık, 2011). Hindistan, Portekiz, İrlanda, İngiltere, ABD, Yunanistan, Avusturya, Bosna, Sırbistan, Türkiye ve İtalya’daki önemli edebiyat festivallerinde şiirlerini okudu ve bu ülkelerin birçoğunda çevirileri yayımlandı. Ulusal İrlanda Şiiri Okuma Arşivi, James Joyce Library, UCD için şiir okurken filme alındı,  https://www.youtube.com/watch?v=E-gzWdQlBEE

Profesör Rowland, kendisine göğüs kanseri teşhisi konduğu ve akademik hayattan ayrıldığı 1996 yılından önce, Deakin Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Okulunun İlk Başkanı ve Avustralya Kadın Araştırmaları Merkezinin direktörüydü. Çok sayıda uluslararası dergide editörlük ve hakemlik yaptı. Profesör Dr. Rowland olarak 100 dergi makalesi ve bölümü yayımladı ve 100’ün üzerinde halka açık konuşma veya konferans bildirisi sundu. 1996 Avustralya Hükümeti Onur Listesi’nde, kadın sağlığına ve yüksek öğrenime katkılarından dolayı genel vali tarafından Avustralya nişanı ile ödüllendirildi.

Daha fazla bilgi https://robynrowland.com/adresindedir.

Talha Erçevikbaş: Konumuz şiir olduğuna göre size göre şiir nedir, şair kimdir?

Robyn Rowland: Şiir yaptığımız bir şey değil, olduğumuz bir şeydir. Daha büyük dünyada o kadar tanınmaz ki görünmezlik, başarısızlık ve tıkanıklıklardan kurtulabilmek için ona çağrılmaya ihtiyacımız var. Bir keresinde bir makalede şöyle yazmıştım:

“Şiir her şeyi canlandırabilir, öyle ki hayatın kendisi dizelerden nefes alır. Tutkuyu hatırlar… Bizi yeni veya hatırlanan bir şeye canlı kılabilir. Alışılmışın dışına çıkarak veya mistik olarak bizi kendimize çağırır; bilinç ve bilinç dışı arasındaki içsel çalışma ilişkilerini ortaya çıkarır; duygu yaşamının tutkulu yoğunluğu ve düşüncenin kıvrımlı yollarını gösterir. İmgeyi konuşmak için kullanmak, şairin deneyimini, insana hayranlık verecek derecede sayfaya yansıtıyor… Şiir bilgi verebilir, yenileyebilir, hareket ettirebilir, anlayışı ortaya çıkarabilir, değişim yaratabilir.”

Robyn Rowland, De-lyricising the lyric?

T.E: Şiir yazmaya ne zaman başladınız? Sevdiğiniz şairler sizi nasıl etkiledi?

R.R: On bir yaşımdan beri şiir yazıyorum. Sanırım yazmak, yalnız ve sessiz olarak yaşanan bir çocukluktan çıktı. Beşinci kitabım Silence and its Tongues’daki (Five Islands Press, 2006) şiirler bu alanı kapsıyor. Kelimelere ve dile karşı bir tutkum var ve bunun nedeni orada özgür olmamdan kaynaklanıyor. Orada diğer yerlerden daha çok kendimdeyim. Benim için konuşmadan önce gelen ve varlığın girintilerinde gizlenen ilk dildir ve ilk dil, yazma ve yaratma sürecinde sadece bize bir anlığına varlığını gösterir.

Hayran olduğum ve beni etkileyen şairler, şiirleri anlam taşıyan, muğlak olmayan, yaşamla ilgili bir amacı olan, dili ve mecaz kullanımında güzel ve özgün olan şairlerdir. İrlanda şiirinin beni güçlü bir şekilde meşgul ettiğini görüyorum. Ama aynı zamanda babamın beni yetiştirdiği eski Avustralya anlatı şairlerini de sevdim. Sıfat kullanmaları, onlara karşı korkusuzlukları. Kafiyeli şiirlerinden kelimelerin şarkı söyleyebileceğini öğrendim. Yazdığım serbest nazımda içsel ritmi bulmak daha zordur ama değerlidir. Feminist ve itirafçı şairler aracılığıyla, duygudan korkmamayı öğrendim, içinde deneyim ve duygu özgünlüğü olan işleri seviyorum.

T.E: Şiir yazarken ilham aldığınız ya da olmazsa olmaz dediğiniz bir şey var mı? İlham mı arıyorsunuz yoksa ilham mı sizi buluyor? Şiir yazarken ilham kaynağınız nedir? Mesela şiir yazarken kendinize özel bir ortam hazırlıyor musunuz?

R.R: Burada çok fazla soru var! Doğada olmayı ve suya yakın olmayı seviyorum. Bunlar benim yazma ruhumu besliyor. İrlanda manzarası özellikle ilham kaynaklarımdan biridir, burası benim ruhum. Daha önceki çalışmalarımda, yaşanmışlıkları olduğu gibi yazdım: Aşk, kayıp, ölüm, aile, yaş, göğüs kanseri, depresyon. Sonra 2. Dünya Savaşı’nda Japonya’dan kamikaze pilotu olan genç erkeklerle ilgili şiirlerle tarihe girmeye başladım. Kadınların şiddet deneyimlerini yazdım. Sonra büyük bir gezgin şair oldum ve böylece daha geniş bir dünyayı öğrendim. Her zaman tarihi, eskiyi ve moderni sevmişimdir. 

Son iki kitabım hem Türkçe hem İngilizce ve çevirileri Mehmet Ali Çelikel’e ait. İçli Dışlı Bir Savaş: Gelibolu/Çanakkale 1915 (2015). Şiirde tarih ya da benim belgesel şiir dediğim şey, o savaş sırasında Türklerin ve İrlandalıların, Avustralyalıların ve müttefik kuvvetlerin, ailelerin ve insanların hikâyelerini kapsıyor. Bunun için kapsamlı araştırmalar yaptım: Kitaplar, makaleler, biyografiler, filmler, arşiv materyalleri ve çeşitli ülkelerdeki insanlarla konuşmalar… Askerler, kadın mühimmat işçileri, ressamlar, şairler, havacılar, anneler… Sonunda tüm bu hikâyeler şiire dönüşüyor.

Sonra, daha mutlu bir kitap! Safran Güneşin Altında (Knocknarone Press, 2019) Türkiye’ye dönüyor; mekânı, dostluğu, değişimi ve bizi bölmek yerine birleştiren halklar arasındaki benzerlikleri ortaya koyuyor. Suriyeli mültecilere, nazikçe barış ve istikrara, bir şeylere tutunma arzusuna işaret ederken çoğunlukla arkadaşlık, aşk ve mekân ile ilgili farklı yollardan bahsediyor.

T.E: Sizce şiirde evrensel dili ve temaları yakalamanın yolu nedir? Örneğin özgürlük ve insan hakları konusunda şiir ne kadar etkilidir?

R.R: Şiir, çok saygı gördüğü ve geniş çapta okunduğu ve bu nedenle siyasi bir etkiye sahip olacağına güvenilebildiği ülkelerde siyasi olarak daha önemlidir. Avustralya ve İrlanda’da bu böyle değil. Ama diğer birçok ülkede öyle: Yazmak güçlü bir tehdit olarak görülebilir.

T.E: İyi bir şair aynı zamanda iyi bir şiir okuyucusu mudur? Şiir okumanın incelikleri nelerdir?

R.R: Zorunlu değil, ne yazık ki. Bazı şairler eserlerini okurken hakkını veremezler. Çalışmamı izleyicilere okumayı seviyorum çünkü bunu yaparken hem şiirin yazılmasını sağlayan deneyimi hem de şiirin yaratılış deneyimini yeniden gözden geçiriyorum. Ayrıca şiirin dinleyici üzerindeki etkisini izlemeyi seviyorum. Ve bunda iyi olduğum söylenir. 2 şiir CD’m var: Silver Leaving – Poems & Harp with Lynn Saoirse ve Off the Tongue.

T.E: Şiir dışında ilgilendiğiniz başka edebi türler var mı?

R.R: Tarihî kitapları, araştırmaları ve romanları seviyorum!

T.E: Her şiirin küçük de olsa bir hikâyesi vardır. Hikâyesini unutamadığınız bir şiiriniz var mı? Bizimle paylaşabilir misiniz?

R.R: Çok var! İki tane verebilirim. Biri bir aşk, diğeri ise bir savaş şiiri. Şiirlerim anlatı niteliğinde, bu yüzden genellikle uzunlar. Burada daha kısa olanları seçmeye çalıştım:

Gece Karabasanı

Kirli düşler gördüler,

bombaların altında tarumar bedenleri

paramparça gözleri ve kemikleri

siperlerinde canlı canlı gömülüydüler.

Huzursuzdu sessizlik.

Günden geceye söylenen şarkılardı

bombaların kulakları sağır eden sesleri.

Gökyüzünün yepyeni kuşlarıydı

şarapnel sağanakları.

Biliyordular denizin mavisi geçmişte kalmış bir renkti –

her yer kırmızı, sapsarı kaya ve bembeyaz kar şimdi.

Uyurlarken saçları yem oldu sıçanlara.

Sarıp sarmaladılar yüzlerini

ne düşman parçalasın ne de doğa

Kabarıp pul pul döküldü derileri,

çıkarır gibi ortaya ardındaki gerçekleri

usulca yol aldı eski anılara

Kızıl Adalar ya da Avustralya’da Bawley Burnu’nda

derilerinin soyulması gibi

o bronz sıcağı yazlarda.

Emirler yağdırıyordu beyinleri

kulak verin patrona, kaptana, kumandana,

dinler mi bacaklar, koşası vardı geriye, neresi olursa.

Kafalarında arkadaşları vardı

parçalanmamış bedenleri, hepsi genç, hepsi mutlu.

Fakat kana bulanmış elleriyle toplar gibi bir yapbozun parçalarını

ögrendiler söylenen tüm yalanları,

doldurdukça orada ne yaptığını bilmeyen bedenler üstü açık mezarları.

Robyn Rowland © from This Intimate War Gallipoli/Çanakkale 1915 – İçli Dışlı Bir Savaş: Gelibolu/Çanakkale 1915 (Five Islands press, Australia; Bilge Kultur Sanat, Turkey, 2015; republished, Spinifex Press, Australia, 2018). Turkish trans. Mehmet Ali Çelikel ©.

     Tutsak

Rüzgâr vahşice esiyor zeytin ağaçları arasından,

penceresinden içeri girip hızla giden minibüsün,

saçlarıma doluyor. Tıpkı onun motosikletindeki gibi,

ona sıkıca sarılırkenki, motor hızlanırken yukarıya –

bir rüzgâr gülüyüm kaos içinde.

Ezine’ye yol alıyoruz ve uzun yolculuğumun başladığı eve,

o manevi yere, odak değişimine,

duygulu bir kalbe, aşkın kavradığı ve bıraktığı bir ruha.

Çıkardım bana verdiği deniz kabuğu yüzüğü

kumsaldan, dikkatlice paketledim,

rafa kaldırdım aramızdaki uzun yıllar gibi.

Kıyı kayalarının kestiği, denizin eskittiği ve alt üst ettiği,

yıpranmış doğası onun güzelliği.

Üst üste binmiş yolcular.

Onların yolculuğuna güdümlendim, kozalandım

yumuşak gürültüsünde Türkçe seslerin. Gözleri canlı,

kırık sözcüklerle konuşuyor kalıplara dökerek gerçekleştiren,

bu yoldaşlığı, bu paylaşılan dostluğu. Genç adam,

yaşlı kadın, ayrılığı düşünüyoruz yeniden, hızla

giderken otobüse en son beni götüren allak bullak,

bir söz bulmaya çalışıyor bunun için. Hatırlıyor musun? diye sorarak.

Elbette. Ilık, bronz ve deniz tuzu içinde, bedenim

akışkan, kalbim yumuşamış onun dikkatiyle, pürüzsüz elleri

koruyucu. Kalkan gibi, yükleniyor görevi.

Böylece seyahat edebilirim sonsuza dek, bacakları bana değerek,

baş döndüren bir mutluluk aniden duruyor burada.

Sahte cennet, diyor düşünceli. Belki de. Yine de cennet işte.

Robyn Rowland © from Under this Saffron Sun /Safran Güneşin Altında. Knocknarone Press, 2019; bi-lingual, Turkish translations Mehmet Ali Çelikel ©. 

T.E: Birinci Dünya Savaşı, Gelibolu, Çanakkale, Türk ve Avustralya tarihinde çok önemlidir. Farklı ülkelerden pek çok yazar, Türk ve Avustralya şarkıları, şiirleri ve hikâyeleriyle Gelibolu’yu anlattı. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz ve İçli Dışlı Bir Savaş: Gelibolu/Çanakkale 1915 kitabınızı yazmanızda sizi neler etkiledi?

R.R: Ne yazık ki şimdi boşanmış olan görümcem Türk/Avustralyalı. 2009 yılında arkeolojiye olan ilgimizin de etkisiyle o zamanlar 16 yaşında olan küçük oğlumla altı haftalığına Türkiye’ye gittim. Gelibolu ovaları için Türkçe rehber istedim. Orada çok şaşırdım.

Kanuni Sultan Süleyman dönemini incelemeyi amaçlayan ikinci bir gezide, Çanakkale’de yaşadığım bir deneyim beni şok etti ve esir aldı. Oradaki Deniz Müzesini gezerek Çanakkale’nin hikâyesini öğrendim. Türk bakış açısını ve benim bilmediğim Çanakkale Savaşı tarihini. Kendimi düşmanla, saldırganla özdeşleşmiş bulmak rahatsız ediciydi.

İlkokuldayken, her Anzak Günü, Çanakkale’ye savaşa giden ‘cesur çocuklarımız’ hakkında anlatılan hikaâyelerle büyüdüm. Ne politika veya farklı kültürler hakkında ne de Osmanlı İmparatorluğu hakkında hiçbir bilgim yoktu. Tek bildiğim Gelibolu’dan önce, 18 Mart 1915’te, Osmanlı’’nın kısıtlı imkânlarla, o zamanlar dünyanın en büyük donanması olan İngiliz Donanmasını yendiği idi.

Mel Gibson’ın oynadığı ‘Gelibolu’ filmi 1981’de gösterime girdiğinde hikâye, ‘bizim çocukları’ yem olarak kullanan İngiliz liderlerin işlediği bir trajediye dönüştü. Elbette orada da “Türk çocuklar”dan bahseden yoktu.

Yazdığım kitap tarihsel olarak doğru ama bir tarih değil. Tarihî bir şiir. Benim çalışmamın amacı, içinde Türklerin de bulunduğu Anzak hikâyelerine bir denge getirmek ve Avustralyalılarla müttefiklerin anlayacağı bir kitap yaratmak.

Kitabın da aynı savaşta askerlerin siperlerde yan yana geldiği gibi iki dilli hem İngilizce hem de Türkçe olması gerektiğine o kadar güçlü bir şekilde inanıyordum ki bunu sağlayacak bir yayıncı ve fon bulmak için çok çalışmak zorunda kaldım.


T.E: 15 yıl önce Gelibolu’da askerlik yapmış biriyim. Anzaklar, kayıplarını anmak için her yıl Avustralya’dan ülkemize gelirler. İki ülke arasındaki tarihî ve kültürel ilişkilerin pekişmesi açısından bunu çok önemli buluyorum, bu konuda ne düşünüyorsunuz? 

R.R: Şu anda birçok Türk arkadaşımla birlikte, Atatürk’ün sözlerinin bu konuda yardımcı olmasına rağmen, Türkiye’nin Avustralya’ya karşı ifade ettiği bağışlayıcılığa her zaman hayret ediyorum. Bu dostluk çevirmenim Mehmet Ali Çelikel ve kitabımın iki baskısının kapağında resimlerini kullanmamıza izin veren ressam Fehmi Korkut Uluğ ile devam ediyor. ‘Mehmetçik ve Johnny Mehmetçik’, Gelibolu/Çanakkale savaşları sırasında yaratılan sıra dışı ilişkiyi o kadar iyi temsil ediyor ki’İlk bakışta hangisi Türk, hangisi işgalci; kim, kimi destekliyor belli değil.  (Rhoden Clare “Poppy-Hunters, Poppy-Picking”: Review of Robyn Rowland This Intimate War: Gallipoli/ Canakkale 1915’ (2015)  (https://textjournal.com.au/oct15/rhoden_rev.htm) Gelibolu serisine rastlamam, üzerine bir şiir eklemem ve dedesinin Gelibolu’da savaşıp hayatta kalmış olması, bu kitabın yazımına ve üretimine eşlik eden önemli ve mistik hikâyelerden birini oluşturmaktadır. 

T.E: Türkiye ve Türk toplumu ile ilgili deneyimlerinizi bizimle paylaşır mısınız?

R.R: Türkiye’de olmayı seviyorum ama Türkçe öğrenmesi zor bir dil. Sözlerim var ama cümlelerim yok! Ülkeyi epey dolaştığım için tek bir yerde yaşamayı umuyorum. Bana gösterilen nezaketi çok fazla buluyor ve bunu çok takdir ediyorum. Kimse beni yalnızlık ve zorluklar içinde bırakmıyor. Kültür katmanları çok harika ve her yıl, her ziyaretimde yeni çok şey öğreniyorum. Ama daha uzun kalacağım, çalışmam gerek. Okuma ve atölye çalışmaları yapmayı seviyorum.

T.E: Çanakkale hakkında yazdığınız şiirlerden bazılarını İngilizce ve Türkçe çevirileri ile bizimle paylaşır mısınız?

R.R: Yukarıda bunlardan bir tane var, o hâlde size dostluğun gücünden bahseden bir Bozcaada şiiri vereyim.

Demir atmış, Salhane’de

                                                          Meral için, Bozcaada

Salhane, adadaki eski mezbaha,

hayvanlarının ruhları vandallarca silinmiş, arınmış,

fayanslar yenilenmiş. Dansçılar uyuyorlar ritme gece boyunca, 

müzik geliyor köye kadar. Gün ağardığında, sessizlik.

Gün ışığı rahatlatıyor bizi limanın bu tarafında.

Türk kahvesi içerek oturuyoruz, yalnızca benim için.

Sen oruç tutuyorsun, yiyip içmiyorsun Ramazan’da,

fasulye kadar kurusun bu sıcakta. Yine de her gün bana

kahvaltı hazırlıyorsun Alesta Otel’de, bir peynir şöleni,

domatesler, yeşil biberler, beyaz dutlar; reçeller koyu

elma ve havuç, yeşil incir, gelincik, domates.

Adalet kırıyor cevizleri, oturup güneşten ısınmış basamaklara.

Fakat akşama kadar ne bir yiyecek ne de bir içecek girebilir ağzına.

Gölgesinde baykuş grisi volkanik taşın, devasa

hemen üstümüzde kıyıda, güneşlendiğini seyrediyoruz kalenin,

tuhaf bir deniz yaratığı sanki suyun üstünde yüzen.

Bir karabatak hızla balık avlıyor, tutturamasa da

avı suyun içinden ışıldıyor hâlâ. 

Berrak sığ sularda tek kıskaçlı bir yengeç 

yiyecek arıyor açarak yolunu yosunlu taşlarda

ağzına doldurmak için. Küçük leylaklar açıyor

beton basamaklarda ve merak ediyoruz nasıl büyüyorlar,

ne toprak var ne de su, öylece açıyorlar.

Sessizlik sarıyor çevremizi huzurlu bir rahatlıkla.

Uzun bir süre sonra ülkelerimizin savaşmasından,

bir başka el tarafından örülen bir desen getirdi

iki insanı bir araya kargaşayla dolu bir dünyanın içinden,

birleştirdi çıkarıp farklılıklarından, ama aynı kumaştan.

Bir meşe getiriyorum sana İrlanda kurşunundan as diye boynuna,

bilmiyordum oysa o mükemmel biçimli ağaç,

meşe ağacı, senin en sevdiğin ağaçmış adada.

Tam da pazarda aradığım şarap kırmızısı 

bir örtü veriyorsun bana İrlanda’daki evim için,

evlendiğinde annenin altın nakışla işlediği.

Katlanıyor huzur. Bir anlık sessizlik daha hemen öncesinde

ezanın, namaza çağrının. Günün sıcağı gül rengi cilası ile

parıltılar bırakıyor yanaklarımıza. Sükûnetle, başımı çevirip bekliyorum.

Robyn Rowland © Turkish Translations by Mehmet Ali Çelikel ©

From Under This Saffron Sun, (Knocknarone Press, 2019)

T.E: Sorularımızı bitirirken şiire ilgi duyanlara, şiir okumaya ve özellikle yazmaya ve şiir yazmak isteyenlere önerileriniz nelerdir?

R.R: Hisleriniz için canlı olun. Hayatı teninizde tadın, koklayın, hissedin; rengi, hareketi fark edin, hayatı zihninizle olduğu kadar kalbinizle de hissedin. Metaforun dönüştürücü gücünü öğrenin. Dikkat edin, dinleyin, gözlemleyin, kaydedin. Meraklı olun, tanık olun, insanları dinleyin. Ve şiir, roman, tarih, hatta gazete okuyun! Her şey hikâyeyi size getirecektir.

T.E: Bu tarih zenginliğinin iki ülke arasındaki kültürel bir diyalog için bir fırsat olduğunu ve dünya barışını güçlendireceğini düşünüyorum. Siz de kitaplarınızla buna en büyük katkıyı sağlayanlardan birisiniz. Teşekkür ederim.