nazenin bir ikindi, yorgun mevsimlerden

bakışlarında yitip gitmede güneş

sürat illetine müptela zamanın…

nahif bir gün artığı vurmada hafiften

sokağa nazır balkon çiçeklerine

kumral kâküllerini savurmada meltem

neler fısıldar, bilemem

son seferindeki yaz kelebeklerine?

bir karartı mı düşmede yoksa

şehrin masalımsı düşlerine?

ardından peş peşe aşina anılar

pencere pervazlarına üşüşmede

neden ki bir yabancı gibi akasyalar

şu mutat akşamüstü ayazlarına?

narin yaprakları nasıl da üşümede!

takvimden ha düştü ha düşecek

yüzü azca buruşuk bir yaprak

takati yok besbelli rüzgârın nazlarına

dokunsa bir el, ağlayacak bulutlar

yoksa için için inleyen biri mi var?

şimdi başak burcuna hasret

ufuktaki bitevi dönüşler

derken adım adım duyulmada mazinin sesi

ölgün ışıklar kadar uzak

emektar dehlizden süzülen…

yanık ötüşleri gibi yakın ezgisi

kırk yıllık kavaktan dökülen…

enkazı kaldırmak ne güçmüş meğer

anılar altında ezilen kol saatinden

kayıpları hâlâ silinmemiş üzerinden!

derken kızıl bir hava esmede

akşamsefalarının üstünde

amatör nağmeler hissetmede kalem

kayboldukça aydınlık, arttıkça özlem

nerede kavuşmak, hani maviye esen rüzgâr?

çekilmiş mi evine bir şehir dolusu efkâr?

artık geriye kalan şu devasa günden

sessizliğe gömülmüş bir yalnızlık

bir de yanında o vefasız alaca karanlık

gözyaşlarından habersiz, kayıp giden.